Diyar yoldaş 2002 yılında İstanbul’a gerilla saflarına katılır ve ilk gerillada geleceği ve kalacağı alan Kürdistan özgürlük mücadelesinde
isminde söz ettiren Kandil dağlarıdır.
Kandil arazisiyle herkesin gözünü kamaştıran asilikte ve genişlikte bir arazi yapısı vardır. Kürdistan’da ayakta kalmak için birçok Kürdistan’i güç bellini Kandil dağlarına vermiştir. Doğu Kürdistan’lı güçler, Güneyli güçler derken en sonunda kuzeyli güçlerde Kandil dağlarına yerleşerek kendilerini sağlama almasını bilmişlerdir.
Babası Amed’in Farkin ilçesinden, annesi Siirt’in Eruh ilçesinden, kendisi Muş Korkut’tan dünya gelir ancak İstanbul’da PKK saflarına katılır.
Birçok Kürt genci gibi Diyar yoldaşta Kürtlere karşı yapılan haksızlıklardan, hakaretlerde ve onur kırıcı yaklaşımlardan dolayı tercihini yaparak dağlara doğru yönünü verecektir. Yine birçok Kürt genci gibi çokta mücadeleyi tanıdığı yoktur. Mücadeleyi yapılan eylemlerde ve yapılan mitinglerde tanımaktadır. Bu da çok bilmek anlamına gelmemektedir.
Özgürlük dağlarına çıkmak öyle sanıldığı gibi sadece dağlara çıkıp silah kuşanma değildir. Dağlarda ki biz buna özgürlük dağları diyoruz yapılan en esaslı iş özgürlüğün kişiliğini oluşturmaktır. Özgürlüğün zihniyetini oluşturmaktır. Bu ise oldukça çok zor ve güç bir çalışmadır. Her gelen yoldaşı öncelikli olarak en çok zorlayan bu zihniyet oluşturma işidir.
Bireyler dağlara farklı nedenlerden dolayı geliyorlar. Kimisi tepkiden, kimisi daralmadan, kimisi toplumdan bulamadığından, kimisi düşmana karşı kinden, kimisi uğradığı hakaretlerden, kimisi bilinçli bir tercih yaparak, kimisi sosyalizm için, kimisi milliyetçilik için. Özcesi her katılım biraz farklıdır.
Dağlar yukarıda söylenen katılma biçimlerini ve birçok dile getirilmeyen katılım tarzlarını bilinçli bir tercihe dönüştürmek için en büyük uğraş olarak eğitimi görmektedir. Özgürlük dağlarında bir insan sadece tepkiden, ya da dar gerekçelerden dolayı kalamaz. Devrim dünyanın en ciddi işidir. Herhalde bu devrim birde silahlı bir şekilde yürütülüyorsa burada her yaklaşım can alıcı olmaktadır. Bunun için dağlara gelen insanların ilk geliş nedenlerine saygı gösterilse de kabul edilemez. Kabul edilmesi demek devrimin ciddiyetine ve devrimin zor yönlerini görmemek olur ki bu da intiharla eş değer anlamına gelecektir.
Evet devrim bir zihniyet oluşturma işidir. Bunun için Diyar yoldaş gideceği ilk yeni savaşçı eğitiminden zorlanacaktır. O dağlara silah alıp savaşmak için gelmiştir. Ama bu PKK’lilerde kim oluyor? PKK’lilerin ona söyledikleri silah kuşanma değildir. PKK’lilerin ona söylediklerin özetin hepsi; sürekli eğitim göreceksin sözlerinden ibaret olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
O bir müddet eğitimde kalacaktır. Ancak Kandil alanında yaklaşık 7–8 ay kaldıktan sonra 2003 yazında kuzey güçlerine katılacak ve yaz aylarında da kuzeye doğru yola çıkacaktır. Tabii yeni bir yoldaşın hemen kuzey guruplarına alınmasında normal bir durum değildir. Ancak söz konusu olan Diyar yoldaştır. Kavga ederek, küserek, kızarak, güzel sözlerle, ikna ederek derken bir yolunu bulup kuzey guruplarına girecek ve kuzeye doğru çıkacaktır.
Ama dediğimiz gibi kuzey gurubuna girmesini çok kişi tartışıyor. Nedeni ise daha eski arkadaşlar var kuzeye gitme önerileri yapmışlar, ama örgüt kabul etmemiştir. Ret etmiştir. Bu durumu yani kuzey guruplarına nasıl girdiğini ona yoldaşları sorduğunda o “orayı sormayın” diyecektir. Ama gülmeden de edemiyordu. Ne de olsa o yapmak istediğini başarmıştır. Başarının da yolu birdir. Ya da tektir mi diyorlar? Önemli olan önüne koyduğun hedeflere ulaşmandır. Ve o bunu yapmıştır.
Diyar yoldaş yerinde durmayan bir kişiliktir. Hiper aktif sözü tam onun için söylenmiştir. Canlıdır. Sıcakkanlıdır. Girişkendir. Birde bir şeyi kafasına koymuş ise o bu hedefine ulaşmak için korkunç yüklenendir.
Yaşam sevdalısıdır. Bir yoldaşı onun için “kıpır kıpır bir yoldaş” demişti. Yaşamı sıcağı sıcağına yaşıyordu. İçindeki enerji onun her zaman capcanlı olmasına neden oluyordu. Adeta akan bir çay gibi hep akardı. Bir çağlayanın sesi onda bir gün eksilmemiştir.
2004 yılı hamlesinin ön hazırlıkları tartışılırken ya da yapılırken o ilk elden bu coşkuyu yeni olmasına rağmen yaşamaya başlamıştır. Kuzeye gidecek gurupları gördükçe yerinde duramaz olmuştu. Gerçekten de onu tutmak, durdurmak zor bir işti. Bu hamlede yer alamayacağını düşündüğünde bunalıma giriyor herkesin göreceği bir tarzda zorlanıyordu.
Belirttiğimiz gibi yaşadığı duyguları hiper aktif bir şekilde yaşıyor. O doğal bir gülüş attığında neden güldüğünü bilmesek de iştahlı, dolu, frensiz, dizginsiz gülüşü insanın gülüş iştahını açıyordu. Bir şeyi anlattığında her bir ayrı ifade için apayrı mimik hareketleri ve iki elini beraber kullanıyordu. Yani anlatımına komple kendini veriyordu
Kızdığı zaman ise tam hakkıyla kızıyordu. O nedenle kızdığı zaman yanında gizlice uzaklaşıyorduk. Sakinleştiğinde zaten o özeleştirisini veriyordu. Olay ve olgulara yaklaşımında duygusallığı fazlasıyla yaşıyordu. Çünkü o içinde hiçbir zaman pürüzleri kabullenemiyordu.
Yaşama çok temiz yaklaşıyordu. Temizlik onda titizlik boyutunda yaşanıyordu. Tabii bu nedenle ortaya çıkan eksiklikleri kabullenemediğinden mücadele yöntemlerinde çözümleyici olmada zorlanıyordu. Ona göre her şey tertemiz olmalıydı. “PKK içinde kirlilik olamaz” diye hep tepki gösteriyordu. İçinde tertemiz tuttuğu PKK’den hep mücadele için gerekli moralini ve enerjisini alıyordu. Eksiklikler karşısında kızıp tepki gösterdiğinde ona “sen kızınca daha sempatik oluyorsun” dediğimizde, moral alıp sakinleşiyordu. Biz anlamda onu sakinleştirmenin yolunu bulmuştuk.
Botan sahasına gittiğinde kalacağa ilk alan Hakkâri’dir. Hakkâri ise gerçekten bir gerillanın tüm özlemlerine cevap verecek bir coğrafyadır. Hani var ya şairin; “Hakkâri’de dört mevsim’ diye bir romanı. Hakkâri aynen böyle güzel ve insanı kendisine çekerek cezp ettiren bir sahadır.
Hakkâri boydan boya yaylalıktır. Uçsuz ve bucaksızdır. Hakkâri’nin Çiya Reşke dağında ya da Kırnasa’da insan hava açıkken Ağrı Dağını görebiliyor. Hakkâri insana böyle bir bakış açısı veriyor. Bunun içindir ki Hakkâri’de çalışma yürüten gerillalar biraz kendilerine fazla güvenilirler. Bu ise Hakkâri arazisiyle bağlantılı bir gerçeklik ve ruh halidir.
Diyar yoldaş iki buçuk yıl bu güzel alanda kalacaktır. Genel arkadaşlar içinde çok sevilen biridir. Yanlış yapma noktasında onunla kalan yoldaşlar onun yanında yanlış yaklaşımlar içerisine girme noktasında her zaman temkinli davranırlardı. Çünkü onda direk açık tavır gösterme yaklaşımı vardı.
Mücadeleyi tümden tanımdan kuzeye geçmesinden kaynaklı olmalıdır ki belki yer yer sorunlara karşı duruşta yöntemsizlikleri yaşanıyordu. Ancak herkes onun kısa bir süre eğitim sahalarında kalarak geldiğini de biliyordu. Bunun için onun yöntemsizliklerine kimse bir şey demez tersine yeni katılmış olupta bu denli radikal bir duruş sahibi olan bu yoldaşa herkes içten içe saygı duyardı.
Yöntemsiz yaklaştığında biraz esprisel bir üslupla eğitime gitmesi gerektiğini söylediğimizde de tepki gösteriyordu. Gerçekten her militan gibi onunda örgütün akademik eğitimlerine ihtiyacı vardı. Eğitim sözünü ona açtığımızda kızsa da o da bir eğitim ihtiyacını hissediyordu. Dürüstlüğü ile örgütü tanıması birleşince güçlü bir militan potansiyeline sahip bir yoldaş olarak gelecek vaat ediyordu.
Dediğimiz gibi kendisi de eğitim ihtiyacını kabul etse de hep ileriye gitmek isteyen ruhuna laf geçiremiyordu. Nasıl yaptı onu çoğu arkadaş anlamamıştı ama daha ileriye gitmek için öneri yapmış, bir yolunu bulup örgütü ikna etmiş ve Diyar yoldaş Mardin eyaletine gönderilmişti.
Yine hareketli kişiliğinin sonucu öne gitmeyi başardı. Bu hareketlilik ve sıcaklık onda doğal bir hal almıştı.
Bir gün biz eğitimdeyken söz hakkı almıştı. Konuşmaya başladı. Kendisini konuşmaya tam verdiğinde farkına varmadan tepkisel bir yaklaşım göstermişti. Hepimiz şaşırmıştık, “yine ne oldu(?) diye düşünüyorduk. Komisyon da yer alan yoldaş Diyar yoldaşa müdahale etmiş ve Diyar yoldaşın yerine oturmasını istemişti.
Lakin Diyar yoldaş neden oturtulduğunu anlamamış ve o da bizim gibi şaşkın şaşkın bakıyordu. Biz onun sert ve tepkisel çıkışına şaşkın bakarken, o komisyondaki arkadaşın haklı olarak onu oturtmasına şaşkın şaşkın bakıyordu.
“Neden komisyon böyle davrandı(?)” diye bana sormuştu. Durumu anlayamadığını söylemişti.
Ben kendisine “neden öyle tepkisel konuştun(?)” diye sorduğumda ise çok şaşırmıştı. “Fark etmediğini” ancak söyleyebilmişti.
Komisyondaki arkadaş Diyar yoldaşı eskiden tanıyan biri olsaydı muhtemelen müdahale etmeyecekti. Ancak komisyondaki arkadaş Diyar yoldaşı tanımadığından bu tepkisel, ani, zorlayıcı davranışı farklı yorumlamış ve müdahale etmişti.
Gerçekten Diyar arkadaşın doğal konuşması, çok sıcak ve hareketliydi. Bu hareketliliği ve sıcaklığıyla 2008 yılına kadar tam 6 yıl en sert pratiklerin içerisinden kalarak kuzeyde direniş içerisinde yer almasını bilmiştir.
Uzun bir pratik süreci Hakkâri alanında geçirdikten sonra dediğimiz gibi düzenlemesini Mardin eyaletine yaptırmış ve bir süre Gabar alanında çalışmalara katılmıştır. Bu alanda 25 Eylül 2008’de Botan Gabar’a bağlı Siirt- Eruh alanında çıkan çatışmada Ronahi-Mütevver Çelik ve Delil Afrin-Dilo Sida yoldaşla birlikte şehitler kervanına katılacaktır.
Oldukça canlı, dolu yaşayan, gittiği her yerde kendisine yer açan, tertemiz kişilik yapısıyla da yüreklere kendisini nakşeden bir Kürdistanlı genci daha ebediyete uğurlarken, onun bizde yarattığı değerler karşısında saygıyla eğiliyor ve her zaman onu içimizde bir kahraman olarak anarak yaşatacağız.
Özgürlüğe bir selam
Özgürlük ateşine mavi bir alev
Özgürlük yürüyüşüne silinmez bir iz
Mücadeleye dinmeyen bir kahkahadır o
Hesapsız, sualsiz,
Gerillaya yeni bir diyardır o
Yeni bir mekân
Yeni bir soluk
Yeni bir çığlıktır o
Mücadele arkadaşları adına
Parti saflarına katıldığımda ve gittiğim ilk pratik alanda görmüştüm onu. Askeri kişiliği çok etkileyiciydi. Yılmadan bıkmadan savaşan
bir insanla kalıyordum. Aç ve susuz olduğu günlerde bile savaşan eski arkadaşlardan bahsediyordu. Hep gülen yüzü ortamı daima ısıtıyordu. Kendisini hala önderliğe ve bu halka mahcup görüyordu. O sanki tam bir fedai kişiliği gösteriyordu ve hep iyi bir militan olmanın yollarını gösteriyordu. Bir kere yüreğini vermişti bu yola, o zor koşullarda almıştı eline silahı ve tüm kalbi ve duyguları ile vermişti sözünü ant içmişti bir kere Zagros'un hırçın dağlarında Cilo’da, Çarçella’da salmıştı namını, bir korku olmuştu düşmana, özgürlüğü kazanana dek savaşma sözünü vermişti bir kere. Özgür yaşamın dışında yaşamın olmayacağını söylüyordu. O yüzden bir özgürlük savaşçısıydı. Özgürlük sevdalısıydı. Tek hayalinin, halkının ve Önderliğinin özgür olmasını görmekti. Onun arkasından gelen insanları gördükçe daha da güçleniyordu hayali ve en son bana hayalinin gerçekleştiğini söylemişti ve sıcak bir tebessümle sıcaklığını gösterdi ve artık mutlu olduğunu söyledi. Ta ki şahadete olaşana dek. Ama bu hayalinden hiç vazgeçmedi. Bu uğurda biz Şehit Dicle Gever gibi yoldaşımızın izinde olduğunu söylüyor ve intikamını ve onun hayalinin devamını ve gerçekleşmesi için üzerimize düşen görevin sorumluluğunda olma bilinciyle onun hep dile getirdiği gibi, “Şehit Namırın” şiarıyla. Tüm devrim şehitlerimizin izinde olduğunu söylüyoruz.
Devrimci Selamlar ve Saygılar
ANDOK SERHILDAN
20.12.2012
2007 yılında Zap alanında tanıştık. Arkadaşlar içinde Hedar arkadaşın yeri belli oluyordu. Arkadaş Zagros’tan gelmişti ve tekrar
Zagros’a geri dönmek istiyordu. Oraya çok bağlıydı. Orayı çok seviyordu.
Hedar arkadaşa biraz farklı bir arkadaştı. Uzaktan bakınca çok sessiz bir arkadaş olarak görülüyor ama bir göreve gittiğinde birlikte o grubun moral kaynağı oluyordu.
Arkadaşlar “Hedar arkadaş bizimle birlikte, zaten lojistikçimizdir, kesin ekmek de almıştır bu bize yeter” diye takılıyorlardı.
Şarkıları çok severdi. Bölgesel özellikle Botan yöresine ait şarkıları çok seviyordu. Her gittiği grupta bayan erkek olsun bir şarkısı vardı onu söylettiriyordu. “Keçe dine” şarkısını seviyordu. Sesi belki çok güzel değildi ama çok içten söylediği için çok güzel oluyordu.
Hedar arkadaş Afrin’li bir arkadaştı. Biz bazen “Afrin’deki ağaçların üzerinde mi bu şarkıları öğrendin” diye takılıyorduk. O da “evet ben zeytin ağaçlarının üzerinde öğrendim” diyordu.
O süreçte Zap savaşı için hazırlık da yapılıyordu. Bu çalışmalarda Hedar arkadaşın katılımı öncülük düzeyindeydi. Takım komutanı olması itibariyle de katılımı yüksekti. Yoruluyordu ama ona yeterli gelmiyordu. Biz bazen onu eleştiriyorduk ama o “ben gücüm oranında” yapıyorum diyordu.
Her şeyi içten yapıyordu. İşinde çok titizdi. Bazen görevler oluyordu. Heval Hedar’ın olduğu grup için insan güven duyuyordu. Çünkü sen Hedar arkadaşın işini temiz yapacağını bilirdin. Takım yönetiminde de birlikteydik. Eğitimde az değerlendirme yapardı. Ama yaptığında iki kelime de olsa net bir şekilde yapardı. Bazen eğitim sona doğru giderken kalkıp bir soru sorardı, arkadaşlar bazen “sen şimdiye kadar neredeydin(?)” dediklerinde, “sona gelebiliriz ama ben daha ikna olmadım” derdi. Kendisi için netleştirmek isterdi. Geçip gitmek istemiyordu.
Süreç açısından hareketin hazırlığını hissediyordu. “Biz burada ter dökmezsek yarın kan dökeriz, o yüzden kendimizi hazırlayalım” diyordu.
Hisleri çok güçlüydü. Zap süreci için biz “propaganda” diyorduk, “hadi gelsinler” diyorduk ama Hedar arkadaş “gelecekler, hazır olalım” diyordu.
Zap savaşında da rolünü oynadı bulunduğu grup içinde. Moral konusunda, katılım konusunda rolünü oynadı. Manevi olarak, yoldaşlık olarak çünkü o koşullar zordu.
Sağlık konusunda zorlanmaları vardı. Ama iradi olarak grubu yönlendirmede, mevzilendirmede rolünü oynadı. Dokuz gün boyunca mevzilerini bırakmadılar, güçlü bir duruşu vardı. O savaştan sonra, akademi sona doğru giderken önerisi Cudi’ydi. “Önderliğin selamı için de olsa bizim yönümüz hep Cudi olmalı” diyordu. Biz “daha erkendir, eğitim bitmemiş” dediğimizde o “hayır ben gidiyorum” diyordu.
Biz bazen onu eleştiriyorduk, bütün yoğunlaşmaların Cudi olmuş diyorduk. “O ise ben bu yoğunlaşmayı yapmazsam, sağlıklı bir şekilde katılamam. İnsan ne hissediyorsa onu söylemeli, Önderliğin selamına layık olabilmek için iyi hazırlanmalıyız” derdi.
Sonra düzenlemesi Zap’a oldu. Ben Haftanin’e geçtim, en son YJA Star konferansında birbirimizi gördük. Cudi’ye gidemediği için etkilenmişti. Bazen hayallerini dile getiriyordu, insan anlıyordu ne kadar etkilendiğini.
Çok önemli bir süreçte şahadetini duyduk. Şehit düştüğü eylemde de fedai bir ruhla yaklaşım göstermişti. Bütün alanlar üzerinde etki bıraktı arkadaşların şahadetleri. Arkadaşlar düşmanın eline geçmesin diye kendini feda etmişti. Ben hala arkadaşın şahadetini kabullenemedim.
Her zaman boyu posu, gözleri, gülüşü, duruşu gözümün önünde. Bir gün güzelliği çok farklıydı, saçlarını örmüştü, ona çok yakışmıştı. “Sana çok yakışmış” dedim, o da “ben Önderliğin çözümlemesini okuduktan sonra saçımı uzatmaya karar verdim” demişti. “Gerçekten de kadına uzun saç yakışıyor, Önderlik çok doğru bir tespit yapmış. Ben bir gabardin elbise giyip, bir omzuma saçlarımı bırakacağım, diğer omzuma da silahımı takıp Cudi’ye gideceğim” diyordu.
Birbirimizden en son ayrılırken “ben Cudi’ye giderken gelip sizin oradan geçeceğim” demişti. En son bu sözleri söyledik birbirimize.
Arkadaş için ne söylesem de biraz yetersiz görüyorum. Sözlerim onu anlatmaya yetmiyor. Söz özürlüsü değilim ama Hedar yoldaş söz konusu olunca sözler boğazımızda düğümleniyor, söyleyeceklerimizi unutuyoruz. Bu belki de tüm şehit arkadaşlar için böyledir, ancak birlikte nefes alıp verdiğin, paylaştığın, yaşadığın, ortaklaştığın bir yoldaş için bu elbette daha farklı duyguları yaratıyor.
Hedar arkadaşın doğallığı, sadeliği sanki doğal toplumun bizde bıraktığı bir parçasıydı, doğal toplumun izdüşümüydü. Ve sonsuzluklara uğurlarken de biraz onun o güzel neolitik değerlerine de hüzünlenerek uğurluyoruz…
Mücadele Yoldaşı
Ekin yoldaşla onun ilk katıldığı günlerde yaptıkları yol yürüyüşünü anlatıyor.
Ekin yoldaş Serhat eyaletinde katılmıştı. Bizde daha güneyde olan bir alanda kalıyorduk. Onların gurubu bulunduğumuz alana gelmişti. Yeni savaşçılarda vardı. Bunlardan bir tanesi Ekin Maku yoldaştı.
Ekin arkadaşla birlikte 10-15 günlük bir yol yürüyüşümüz vardı. 15 gün de bir noktada beraber kalmıştık. Toplamda 1 ay beraber kalmıştık.
Öyle bir arkadaştı ki, 4-5 günlük bir yeni katılımken herhangi bir uyum sorunu yaşanmıyordu. Fiziki olarak çok güçlü bir arkadaştı. Yeni olmasına rağmen, fiziğinin güçlü olması, uyum konusunda bir sorunu olmaması gerçekten sıradan bir şey değildi. Pek az arkadaşın durumu böyleydi.
Genelde toplumdan yeni gelmiş, farklı bir yaşama, PKK yaşamına gelmiş insanlar önceleri özelikle fiziki olarak zorlanırlar. Ve bu doğaldır da. Katılanlar bunu dışa yansıtmasalar da durum budur. Yaşama yabancılık var, şartlara yabancılık var, vücut alışık değil derken ciddi uyum sorunlar her zaman çıkar, çıkmıştır da. Üstelik Ekin yoldaş bir kadın hem de feodal etkilerin çok güçlü yaşandığı bir alanda PKK saflarına gelmiş bir kadın…
Genel yaşama insan baktığı zaman, Ekin arkadaşın bir uyumsuzluk durumu yoktu. Yaşama katılıyordu. Yeni bir savaşçı nasıl olur? Çok gözü açık olmaz. Ciddi bir katılım durumu olmaz. Fazla anlam gücü olmaz; ama Ekin arkadaşta nedense öyle bir şey yoktu. Kendi anladığı kadarıyla sürekli katılımcı olan bir arkadaştı. Diğer bayan arkadaşlarda vardı; ama içlerinde yanlış anlaşılmasın ancak Ekin arkadaşta gerçekten o kararlılık, o irade görülüyordu. Diğer bayan arkadaşlara nazaran, yeni olmasına rağmen O’nu farklı gördüm. Diğer kadın arkadaşlarda eskiydi. En azından Ekin arkadaş kendisini zorluyordu, bu farkı görmüştüm.
10-15 günlük yürüyüş az bir yürüyüş değildi. İster istemez insanda bir zorlanma da yaratıyor. Bizde dahi zorlanmalar olurken bu arkadaşta o zorluğu pek göremedim ben.
Biliniyor, Kürt kadını eve kapanık bir durumdadır. Öyle bir hareket serbestliği de yok; ama bu kadın arkadaşta farklı bir durum vardı tabi. Özellikle o yürüyüş, kendisini zorlama noktasında kararlılık ve irade gösterme noktasında bu yoldaşımızda mükemmel bir yanın olduğunu o zaman fark etmiştim.
Yaklaşık 1 yıl sonra Ekin yoldaş Şemzinan’da şahadete ulaşmıştı. Şaşırmadım derken aslında bu noktayı kastediyordum. Çünkü katılımcı, önü açık bir arkadaştı. Birçok şeyi yapabilecek düzeyde olan bir arkadaştı. Belki yeni olabilir; fakat bana göre gösterdiği kararlılık, irade takdir edilmeye değerdi. Şimdi o bunu şahadetiyle açığa çıkardı.
2011’de Şemzinan arkadaşlar tarafından kuşatmaya alınmıştı. Arkadaşta bu eylem içerisindeydi. 1 yıllık bir savaşçının hele hele bir kadın arkadaşın bu düzeyde gelişim göstermesi, kuşatılan bir ilçenin bir şehrin eyleminde yer alması bile bu arkadaşın ne denli ne düzeyde geliştiğinin bir kanıtı olmaktadır.
Bir şehir kuşatılıyor, etrafı sarılıyor ve bu arkadaşta 1 yıllık olmasına rağmen o iradeyi, o kararlılığı her yanıyla bunu gösterebiliyor. Ve eylem yapıldıktan sonra geri çekilmede şehit düşmüştü.
Bizde yaşanan o zaman ki şahadetlerden bazıları küçük hatalardan oluyordu. Herhalde bu arkadaşta da böyle olmuştu. Bunlar 5 kişilik arkadaş grubudur. Yaralıları oluyor. Bu esnada basit bir tekniki hata yapıyorlar. Yerleri öyle düşman tarafından tespit ediliyor. Düşman yoğun bombardımana tabii tutarak şehitler kervanına katılıyor.
Gerçekten de Ekin arkadaşla fazla kalamadık; ama keşke kalsaydık. Böyle güçlü, böyle iradeli arkadaşın yanında kim kalmak istemez ki? Pratik yapmak ister. Yaşamak ister.
Belki anlam gücü gelişmemişti, nede olsa tanıdığımda yeniydi. Ama insan onda o potansiyel olarak gelişme gücünü görüyordu. Bu potansiyel doğru örgütlendirilse, bu irade doğru kazandırılırsa çok şeyler yapabilirdi.
Bu kadar erkenden eylemin en ön safhasına geçmiş olması doğalında onun gelişim seyrini ve diyalektiğini gösteriyor. Keşke böyle erken şehitler kervanına katılmasıydı…
Ekin yoldaşın uyum konusundaki mükemmelliği, gereken duruşu gösterebilmesi, düşmana karşı tavır koyabilmesi O’nu ister istemez ön plana çıkarıyordu. Erken şahadete gidişinin somut kanıtlarıdır bunlar. Keşke daha fazla yaşama imkânım olsaydı bu arkadaşla.
Aynı pratiklerde, aynı birliklerde olmak isterdim açıkçası. Bir taraftan bu arkadaşın kısa bir sürede şahadetinin gelişmesi bizleri zorladı. Yeni oluşu özellikle beni çok zorladı.
Kelimeler, duygular onları anlatmaya yetmiyor. Onların takipçisi olmak gerekiyor. Çok kısa bir sürede böyle bir irade böyle bir kararlılıkla düşmana tavır koyması gerçekten takdire değerdir. Herkesin esas alması gereken bir durumdur. İnsanın gerçekten onu kendisine referans alması gerekiyor.
Anlatan Mücadele Yoldaşı Seyit Rıza Arkadaş
HPG Anakarargah Komutanlığı’nın Bawer yoldaşın şahadetine ilişkin yaptığı kısa açıklama:
“1983 Muş doğumlu Bawer arkadaş yurtsever bir aile içerisinde şekillenmiş ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesine birçok şehit veren bir çevreden gelmektedir. Manevi değerlerin sorumluluğunu hissederek erken yaşlarda devrimci mücadele geleneğini sahiplenmiş ve çalışmalara katılım sağlamıştır. 2003 yılında bir grup yakın akrabası ile gerilla saflarına katılmıştır. Kandil alanında belirli bir süre kaldıktan sonra Serhat Eyaleti (Tendüreklerde) gerilla mücadelesini aktif bir biçimde sürdürür. 6 yıl Tendüreklerde zorluklarla pekiştirilmiş iradeli bir militan duruş sergileyen Bawer arkadaş 1 Eylül de gittiği görev esnasında TC Ordusunun geliştirdiği operasyonda çatışarak kahramanca şehit düşmüştür.”
Kürdistan’da yurtseverlik ve sadelik derken herhalde akla gelecek ilk kişilik ve alan Serhat’tır. Serhat coğrafyasından mıdır, Koçerlikten midir, çepeçevre düşmanlarla örülü olmasından mıdır ya da ülkenin kalbine biraz uzak oluşundan mıdır bilinmez ama Serhat kişiliği oldukça duygusal bir yapıya sahiptir. Duygu yoğunluklu kişilikler aranacaksa Serhat’a gidilmelidir. Boşuna Kürtlerin büyük Dengbejleri buralarda çoğunlukla çıkmamışlardır.
Sahiden Kürtlerin en büyük Dengbejleri ağırlıklı olarak Serhat’lıdır. Sanatçı ya da sanat uğraşanlarında duygu dünyalarındaki kişilik yapılanmalarıyla bağlı olan bir gerçeklik olduğu bilinir. Evet, Serhat kişiliği duygu yüklüdür.
Serhat derken başka bir özelik ise emekle yoğrulmuş kişilikler demektir. Emeğin her türlüsüne kendini katık ederek katılmak demektir. Ve Serhat kişiliği derken bir de terbiye ile örülmüş insanlar topluluğu demektir. Öyle ki dillerinin yumuşaklığı bu terbiyeyi ve kültürü yansıtır. Herhalde Kürdistan’da en yumuşak ve nazik Kürtçeyi Serhatlılar konuşur. Siz bu Kürtçenin içine Türkçe kelimelerin kaçmasına bakmayın ama şunu biliriz ki dilleri sözleri o kadar dokunaklıdır ki sözlerin sarf edilişleri insanı etkiler ve alıp götürür.
Serhat derken birde tabii ki bağlılık gelir. Sadakat gelir. Ağırbaşlılık, olgunluk gelir. Siz olgun olmayan herhalde bir Serhatlı kolay kolay göremezsiniz. Öyle ki her Serhatlı biraz da doğuşta olgun kişilik özellikleri gösterir. Bu olgunluk size sessizlik, mütevazilik, utangaçlık olarak da yansıyabilir. Ancak dediğimiz gibi esas özü buralı kişiliklerin erkenden olgunlaşarak toplumun büyük yükünü omuzlarına almalarıyla bağlantılıdır.
Bawer yoldaşımız da Serhatlı bir gencimizdir. Özgürlük saflarına gelirken ki bu yıllar 2003 yıllarıdır, dört amcaoğluyla birlikte katılır. Sadakat derken bağlılık derken kastettiğimiz biraz da budur. Toplam 5 amcaoğlu ortak karar vererek özgürlük dağlarına yönünü verirler. Bu birbirine karşı olan sevgi ve saygıdır da. Ve birde Serhat’ın yurtseverliğine dönük sadece bir örnektir.
Bawer yoldaş bir müddet Kandil alanında kaldıktan sonra 2004 yılından Serhat eyaletine geçmiştir. Ve şahadetine kadar hep Serhat pratiklerinde kalmıştır.
Serhat kişiliğinin tüm özelliklerini Bawer yoldaşta bulmak mümkündü. Kişilik olarak tam bir melekti. Oldukça dürüst, bağlı ve sade bir kişilikti. Okul okumamıştı ama örgüt içerisinde okumayı ve yazmayı erkenden öğrenerek bu eksikliğini telafi ederek var olan o güzel özelliklerine birde örgüt bilinci katmıştır. Olgun kişilik özellikleriyle buluşan bilinç onu çok sağlam bir parti kadrosu yapmıştı. Kişilik olarak kendi ayakları üzerinde duran, durmanın da ötesinde güçlü bir benlik kazanan bir yoldaştı
Özcesi herkesin üzerinde iz bırakan bir yoldaş olarak Bawer yoldaş tüm zamanlarda belleklerimizde kalacaktır. Şahadeti kalleşçe olmuştu. İhbar edilmiş bunun sonucunda pusuya düşerek şehit edilmişti. Şehit düştüğünde Doğubayazıt, Diyadin ve Bawer arkadaşı tanıyan diğer tüm alanlar yas tutmuşlardı. Halk onu müthiş sahiplenmişti. Bu onun burada bıraktığı izlerle bağlantılıydı. Yarattığı değerlerle bağlantılıydı.
Doğrusunu söyleyecek olursak onun gibi bir yoldaşı özgürlük mücadelesinde tanımak olmak sadece ve sadece bir şans olmuştur. İnsanı onure eden hatta gururlandıran bir şanstır demek daha yerinde olacaktır. İnsana yaklaşımı, sözleri, gözleri, oturuşu kalkışı, hitabeti, emek yönü, işe el atışı ve tabii ki yoldaşlığı… Asla unutulamaz…
Brusk-Rızgar Ahmet Salih Yıldırım yoldaşla 1 Eylül 2010’da Ağrı’da girdikleri hain bir pusuda Bawer yoldaş şehit düşmüştü. Doğrusu ihaneti hainliği insan kaldıramıyor. Bunun intikamını her ya da geç alacağız. Ancak olan böyle melek gibi, pırlanta gibi halk evlatlarına olduktan sonra geri kalan gerçekten büyük hüzün olmaktadır.
Örgüt içinde daha güçlü bir karara ulaşmak ve daha fazla çalışmalara katılmak üzere Bawer arkadaşın şahadeti vesilesiyle yeniden yeniden söz vererek, bağlılığımızı güçlendireceğiz. Bawer arkadaşın yapmak istediklerini, çalışmalardaki istemi ve çalışmadaki temposunu kendimize örnek alarak çalışmalara katılarak Bawer yoldaşı yaşatmış olacağız
Bawer yoldaşımıza ve tüm şehitlerimize vereceğimiz söz onlar gibi inadına sonuna kadar mücadele azmiyle dolu direnerek özgür bir Kürdistan yaratmaktan geçtiğinin bilinciyle sözümüzü yeniliyoruz.
Mücadele Yoldaşı
En iyi kalemşörleri
En güzel yazıları ile yazsalar
Yalanları
Hakikat yine aydınlık
Bakın ne kadar aydınlık gelecek
Nasıl ışıyor hakikat
Hakikat hala gelecek
Bileğin süngülerinizi hakikatin ışığıyla
Elbet yenilecek yalan, gerçek karşısında ,
Çünkü hala gerçeğin peşinde olanlar var
Hakikat için düşenler var toprağa,
Kan örtüyor yalanları
Gerçeğin peşinde yiğitler
Kan ile yazıyor gerçekleri,
Bileğin süngülerinizi yalana, ihanete, umutsuzluğa karşı
En karanlık gecede bile yoldaşların kızıl kanında
Parlıyor gelecek ve hakikat
Bir zamanlar, insanlar yazı yazmasını bilen insanlara ‘’büyücü’’ derlerdi. En büyük ‘’büyü’’ olarak yazıyı görürlerdi. Çünkü o zamanlar insanlar anlam ile yaşarlardı. O zamanlar, insanlar gerçeğin peşinde koşarlardı. Gerçeğe ulaşmanın zorlu yollarında nice insanlar, dağlarda, uçsuz bucaksız sahralarda kaybolup yitip gitti. Var olmanın en büyük şartı anlamaktı. İnsan anlam vermediğinde var olmuyordu. Anlam verip var olduğunda ise bir daha yok olmuyordu. İnsanlar yazdıklarıyla bir nevi seslerini kaydediyor ve anladıklarını, öğrendiklerini bildiklerini sonsuza götürüyorlardı.
Tarihin her zamanında toplumlara önderlik, eden insanlar genelde, her şeyi anlamaya çalışan, bütün sorunlara karşı çözüm gücü olmak isteyen insanlardı. Bir de ‘’büyücü’’ leri vardı toplumların. Gerçeği, hakikati, önderlerinin sözlerini yazar kayıt eder ve gerçeğin peşinde, hem en uçsuz bucaksız yerlerde gerçeği kovalar hem de insanlara gerçekleri aktarırlardı.
Eski çağların büyücülüğü şimdilerde, büyük bir değişime uğradı. Artık bilgi, gerçek ve hakikat büyük merkezlerde toplanmaya ve insanlara modern zamanların ‘’kara büyücüleri’’ aracılığıyla yanlış, çarpıtılarak aktarılmaya başlandı. Eski çağların yaşamsal zorluklarında bile gerçeğe ulaşmak bu kadar zor değildi. Ama artık binlerce sahte gerçekliğin içinde hakikati bulmak. Bulduğundan emin olmak iyice zorlaştı.
Söz için ölenlerin, söze büyük bir anlam yükleyen insanların çağı bitti. Gerçeği kovalayıp, insanlara aktarma çağı bitti. Artık insanlara önce gerçeği kovalayıp, sonra ‘’zorla’’ anlatma çağı başladı. Kapitalist Modernite Sistemi gerçeği, insan zihinlerini öyle bir allak bullak etti ki artık insanlar için her şeyi anlamsızlaştırıp, önemsizleştirdiler. İnsanlarda sahte bir gerçeklik algısı oluşturdular. İnsanlarda sahte bir hakikat algısı oluşturdular. Bütün iletişim araçlarını toplumlardan gasp ettiler. Gazeteler, televizyon kanalları, yayınevleri, hepsini toplumlardan silah zoruyla aldılar. Gerçeği gasp ettiler. Ama hesaba katmadıkları şeylerde vardı. Halkların her zaman kaşif ruhlu çocukları vardı ve var olacaktı.
Ellerinden alınan her şeye rağmen, bir kez anlamanın bir kez öğrenmenin, bir kez hakikatin tadına varan kaşif ruhlu çocuklar, dağ, orman, çöl demeden, ölüm, korku demeden tüm dünyaya gerçeği anlatma gayesiyle en ağır yük olan hakikat ışığından bir parçayı heybelerinde taşıyacaktı.
Uludere’de şehit düşen Arhat arkadaşta, halkımızın kaşif ruhlu çocuklarından biriydi. Kürdistan dağlarına bir gerilla olmak için gelmiş, bunun yanında da bir de basın çalışmalarında yer alıp gerçekleri herkese anlatmayı kendine gaye edinmişti. Arhat arkadaş bir elinde silahı, bir elinde kamerası ile Kürdistan dağlarını dolaşmış, Kürdistan gerillasının duygu ve düşüncelerini, kim olduklarını, ne yiyip ne içtiklerini Kürdistan dağlarından her yere taşırmıştı.
Sömürgeci Türk Devleti’nin tüm basın-yayın araçlarıyla kötülediği, küçümsediği Kürdistan gerillasının, gerçekliğini, hakikatini tüm dünyaya anlatmak için hiçbir zorluktan hiçbir fedakarlıktan çekinmedi. 24 Temmuz’dan sonra gelişen, savaş sürecinde bir çok eyleme katıldı. Sömürgeci Türk Devleti’nin HPG güçleri tarafından düşürülen helikopterinin teknik bir arıza nedeniyle düştüğü ideaları, onun kamerasının çektiği görüntüler ile çürüdü. Çektiği bu görüntü tüm dünyada bir dönemin bittiği yeni bir dönemin açıldığının kanıtı olarak görüldü.
Yaşam içinde de her zaman onun bu duruşu vardı. Bir yere gittiği zaman yerinde duramaz her tarafı keşf etmek, çevrede ne var ne yok görmek isterdi. Arhat arkadaş dünyaya bizim baktığımız gibi bakmazdı. Onun için etrafımızda ki her şey bir renkti. Neredeyse ortadoğuda’ki bütün halkların müziklerini dinlerdi. Özellikle rojhelat tarafının müzikleri onda bir tutkuydu. Bir süre Kandil’de kalmış ve çevre halklarından etkilenmişti. Herkesi dinler, anlar. Eksiklikleri doğru bir üslupla anlatır, genç, yaşlı ve sınıfsal hiçbir ayrım gözetmeksizin her arkadaşa yardımcı olur elinden geleni yapardı.
Pratik işlerden kaçınmazdı, kaşif ruhu pratik işlerde de ortaya çıkardı. Bir işe girişirken daha önce o işi yapıp yapmamasının önemi yoktu. Bir işi daha önce yapmamış olsa bile o işi öğrenir ve öğretirdi. Arazide ki bütün meyve ağaçlarının yerlerini bilirdi. Toprakla bir ağaçmışçasına bütündü. O doğayla insanın doğal bağını yaşardı. Onu uzaktan izlediğinizde, onu doğayla bir bütün gibi görürdünüz. Aynı şekilde farklı kültürlerden, mezheplerden ve milletlerden insanlarla da çok iyi anlaşırdı. Onda tüm insanlığın, insanlıktan ötürü bir bütün oluşunu görmek mümkündü.
Daha öncede belirttiğimiz gibi. Savaş sürecinde de gerçeğin peşinden gitmeyi bir an bile bırakmadı. Bir elinde silahı, bir yandan gözü dönmüş düşmanla çarpışırken diğer yandan da kamerası ile Önder APO’nun ortaya koyduğu hakikatten güç olarak savaşan gerillanın gerçekliğini, gücünü tüm dünyaya yansıtmak için çabalardı. Artık Kürdün zincirlerini sonsuza kadar kırdığını, göstermek için çırpınırdı. O bizleri anlatan bizden biriydi. Savaşta, yaşamda her anında kendini Önder APO’nun bir havarisi gibi örgütlemeyi esas almıştı.
Arhat arkadaş, Uludere’de yine görevini yapmak için gittiği bir eylemde, şehitler kervanına katıldı.
Düşman her ne kadar elindeki imkanlarla yaşanan gerçekleri değiştirmeye çalışsa da muharebe meydanında kaybettiklerini gizlemeye çalışsa da, Kürdün zincirlerini ebediyen kırdığını tüm dünyadan gizlemeye çalışsa da, gerçekle savaşmanın mümkünatı yoktur. Çünkü gerçekle savaşan elinde sonunda kaybetmeye mahkumdur.
Sömürgeci Türk Devleti elindeki bütün iletişim araçlarını devreye de soksa, bütün kalemşörlerini de bir araya toplasa, bu halkın Arhat arkadaş gibi kaşif ruhlu çocukları varken ve Arhat arkadaş gibi son raddede tarihe gerçekleri kanla not düşen gerillaları varken. Sömürgeci Türk Devleti değil. Yedi düvelde bir araya gelse. Son tahlilde Hakikat Kazanacaktır!
Welat Kürecik
Roza yoldaşla kısa bir süre kalan, onunla çok genç tanışan bir yoldaş Roza yoldaşın ona bıraktıklarını dile getirerek Roza yoldaşı bize
anlatıyor:
“Şehit Roza arkadaşı çok fazla anlatamayacağımı biliyorum. Çünkü onunla çok fazla kalamadım.
İlk olarak onunla Xakurke de tanıştım. Xakurke’nin eyalet yürütmesinde yer alıyordu Roza arkadaş. Heval Roza’yı ben örgüte yeni katıldığım dönemlerde tanımıştım.Yeni Savaşçı kampına eğitim için gelmiştim. O ise yeni savaşçıları ziyaret etmeye gelmişti. Bir sonbahar akşamı bizimle sohbet ederken tanışacaktım. Yıl 2005 idi.
Yeni gelmemden kaynaklı Roza arkadaşın sorduğu çok sorular olmuştu. Kimsin? Nerelisin? Nereden katıldın? Buraya nereden geldin? Diye peş peşe sorular sormuş ben ise sorulara olduğunca sade cevap vermeye çalışmıştım.
İçtenliği göze ilk batandı. Sohbetin bir anında aniden “ defterin var mı(?)” diye sormuştu. “var” dedim ve “gerekliyse size verebilirim” demiştim. Çünkü biliyordum ki gerillanın her zaman her şeyi olmazdı. Onlar eline geçtikleriyle yetinen sade insanlardı. Bunun için içten defteri vermek üzere söylemiştim.
“Hayır” demişti. “ben sana bir hatıra yazmak istiyorum” demişti hafif ve kendine güven dolu bir sesle. Ben kendi kendime “henüz birbirimizi tanımıyoruz kim olduğumu bilmiyor,” diyerek biraz doğrusu şaşırmıştım. Bunlar benim içimden geçenlerdi ve bunları ona söylememiştim.
Direkt defterimi çıkarıp kalemi Roza arkadaşa uzatmıştım. Heval Roza bana çok uzun bir mektup yazmıştı. Hatıra olarak heval Roza mektubunda çok önemli noktalara vurgu yapmıştı. PKK hareketi içerisindeki kadının duruşunu vurgulamıştı. Derinlikli bir yazıydı.
Heval Roza bana yazarken bile bazen bana yer yer durup bakması beni gerçekten düşündürüyordu. Kısa sohbetimiz olmuştu. Ben heval Rozanın hatıra defterime yazdığı mektuptan sonra o hatırayı her okuduğumda heval Roza beni çok düşündürtmüş yoğunlaştırmıştı. Ve bu sıcak, içten, beklenmedik, ani, doğal, kadınca yaklaşımı hep aramışımdır.
Ondan çok etkilendiğimi direkt fark etmişti. Benim ona bakışlarımı yaklaşımlarımı yakalamıştı. Doğaldır ki etkilendiğiniz hareketler sizde içselleştikçe siz de o hareketleri giderek yeniden bilinçlice olmasa da tekrarlarsınız.
Bir kadın olarak duruşu, yaklaşımları, sohbetleri beni etkiliyordu. Sürekli benim o eski arkadaşlara bakış açımı yeniliyordu. Eski arkadaşların duruşları bana 80'li 90 yılların gerillasını hatırlatırdı. Heval Roza da eski feleğin çemberinden geçen yoldaşlardandı.
Daha önce gerillayı hep kitaplarda okuduk gazetelerde dergilerde takip ediyorduk. Birebir içinde yaşamamıştım ama böyle hem gerilla da olmak hem de böyle doğallığın ötesinde olan bir kadın yoldaşla tanışmak gerçekten farklı bir duyguyu yaratıyordu.
Bilemiyorum ama benim bu iç düşünmelerim, duygusal duruşum, bakışlarımı öyle görülüyor ki Roza arkadaş hemen yakalamıştı. Ve hatırasını yazdıktan sonra koyu ve derin bir tartışmaya girmiştik.
Şehit Beritan arkadaşın sadece bir fotoğrafını görmüştüm. Ama heval Rozanın bakışları, yer yer o gülümsemesi şehit Beritan arkadaşın gözlerini bana anımsatırdı. Özelde heval Beritan’ın uçurum kenarında kanat çırpışını hatırlatırdı bana. Gülümseyen özgür bir kadını hatırlatırdı.
Duygu ve düşüncelerimin ne olduğunu sorduğunda, ben duraksamıştım. Hatıra defterini isteme gibi bu da doğrudan dolaysız bir soruydu. Ancak ben cevap vermeden o yani Roza yoldaş: “tamam ben söyleyeyim sana. Senin duygu ve düşüncelerini yüreğinde şu an geçenleri ben sana anlatayım. Kesinlikle şundan eminim; sen bana bakarken eski arkadaşları hatırlıyorsun. İşte gerillayı hep hayalî hayallerle görmek istediğini, işte PKK’de kadınların ne denli geliştiğini, eski gerilla arkadaşların bakış açılarını, onlara bakarken o duyguları düşünceleri hissettiklerini savaşta nasıllar, silahı nasıl tutuyorlar. Nasıl savaşıyorlar. Bunları kesinlikle düşünüyorsun” demişti.
Gerçektende söylediklerini de birebir düşünüyordum. Ben duygularımı birebir okuyan bu arkadaşın karşısında şaşırıp kalmıştım. Donmuştum. Tanımadığın bir insan çıkıyor karşınıza ve düşündüklerinizi yüzünüze bakarak hem de gülerek anlatıyor. Fal bakıcı gibi, müneccim gibi… bu beni etkilememişti bu beni sarsmıştı. Ve tabii bir de gerillaya olan hayranlığımı kat be kat arttırmıştı.
Heval Roza, kadın kurtuluş ideolojisinin ilkelerini tüm güzelliği ile yansıtan bir arkadaştı. Yurtseverliği, mücadeleyi, örgütçülüğü, özgürlük arayışçısını, estetik duruşu ve bakışı, bütünüyle beş ilkeyi birlikte yansıtan bir arkadaştı.
Nitekim onunda emeği çok oldu üzerimde. Oradan daha sonra sık sık görüşmelerimiz oldu. Gidip gelmeleri gerçekleşti. Heval Roza benim Mardinli olduğumu hiç bilmiyordu. Daha doğrusu sonradan sicillere bakıp öğrenmişti.
Daha sonra 2007’de Behdinan alanında gördüm heval Rozayı. Bir dönem ana karargâh komutanlığında yer alıyordu. Heval Rozayı orada gördüğüme çok sevinmiştim. Çok da mutlu olmuştum. İnsana bu kadar yakın duran bir yoldaşla konuşmak, dokunmak, bir arada olmak gerçekten olağanüstü bir şanstır deyişim geliyor.
Heval Roza çok değerli bir arkadaştı. Onun o sıcak yoldaşlığı yaş fark etmeksizin yaklaşım sergilemesi, beni en çok etkileyen özelliklerin başında geliyordu. PKK'de Roza yoldaşın şahsında yaş farkının bulunmadığını öğrenmiştim. “Genç başladık genç bitireceğiz” diye bir slogan var ya aynen öyledir.
Yoldaşlığın abc’lerini ondan öğrendim. Bağlılığı, doğallığı, olduğu gibi olmayı da ondan öğrendim. Onun şahsında tüm kadınlara olan sevdamı da onda edindim. Bir yoldaşla nasıl hep yanında hissedersin, yaşarsın onu da ondan öğrendim.
Heval Roza’nın o mütevazı kişiliği, sempatik kişiliği, çekici güzelliği, estetikleri yani bütünüyle anlatmak benim için zordur. Komple bir kişilik derler ya komple bir kişiliğe ulaşmak gerçekten zahmet ve zordur.
Şehitlerin ardılları olarak bize düşen görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek ise onlardan edindiklerimizi gelecek nesillerle ve insanlara taşırmakla mümkün olacaktır.
Roza yoldaşın şahsında tüm şehitlerimizi kendi içimizde, duygularımızda, düşüncelerimizde, hayallerimizde, rüyalarımızda yaşayacağımıza devrimci sözümü yeniliyorum.
Mücadel Yoldaşı
Bazen insanların yüzlerine, gözlerinin içine baktığınızda o insan hakkında hiçbir kuşkuya yer vermeyecek yargılara varır, sonuçlara
ulaşırsınız. Gerisi o kimselerle bir arada yaşamak, onları gözlemlemek ya da başka insanlara düşündüklerinizi doğrulatmaktır. Bu vicdani bir sorundur. Yani o insana ilişkin net yargılara ulaşma konusunda size gerekli olan kanıtlara ulaşma anlamında vicdani bir sorun. Biraz da toplumsal davranış ve refleksleri bilmeyle ilintili. İnsanı en çok üzen ise gerekli sonuçlara yerinde ve zamanında ulaşamamak. Bu da biraz şans sorunu, biraz geçmiş insan deneyimlerini ele almanın konusu, biraz da değişimleri yakalama hızına bağlı. Başka bir deyişle insan ilişkilerinde geçmişte yaşanan başarısızlıkların, kimi beklenmedik değişmelerin getirdiği temkinlilik. Hemen yargıya varmama endişesi, ilişkilerde tutuk davranmayı getirebiliyor.
Baran arkadaşı toplamda belki beş ya da altı kez görmüş, kısa sohbetler etmiş birisi olarak onun sıcak yaklaşımlarını aslında bir ölçüde yakaladığımı belirtmek istiyorum. Yalnız, yaklaşımlarım her yoldaşa nasılsa ona da öyle olmalı tarzında bir genelleme yaklaşımının ötesine taşmadı. Bu bir ölçüde edilgenliği ifade ediyordu. Diğer yandan mutlaka genel bir yaklaşım olmalıydı. Yalnız gelişmeye aday yoldaşları görüp onları çabucak harekete geçirmek de ayrı bir koşulda olmayı gerektiriyor. İşte bu noktada zayıf kalmış olabilirim. Onu tanıyan tüm yoldaşların sözlerinin aynı anlama gelmesi ilerde benzer durumlarla karşılaşırsam nasıl yaklaşmam gerektiği noktasında bir ön açıcılık taşıyordu. Yine de insan yerinde ve zamanında gerekeni yapabilseydim demeden edemiyor.
Baran Gabar 2010 yılında PKK saflarına katılmış. Rojava’nın Afrin kentinde doğan bir Kürt genci. Sonraki yıllarının çoğunu Lübnan’da geçirmiş olması onun Kürt kimliğinde herhangi bir aşınma yaratmaz. PKK ve Kürt Özgürlük Mücadelesine yabancı olmasına da yol açmaz. Yalnızca bu mücadelenin değişik yönlerini yeterince bilmesini engeller. Kaldı ki bu, PKK içinde çok değişik kültürel, sınıfsal, etnik, inanç gruplarından insanların olduğu gerçeğini düşündüğümüzde pek de yadırganacak bir durum olmamalı. Aksine herkesi bir süreliğine zorlayan, yabancılık çektiren bir gerçeklik. PKK’nin ideolojik ve siyasal gücü, askeri yetkinliği, düşmanla olduğu gibi her türden sorunla savaşma gücü, bu sorunların çözümünün en temel ilacı olsa da insanlardaki öz, bunun hızının belirlenmesinde önemli rol oynar.
İşte Baran Gabar tüm tanıdıklarının gözünde bu çarpıcı özle yer edinmiş. Herkes ondan alabildiğine saf, temiz birisi diye söz eder. Biz ne dersek diyelim onun gözünde PKK içerisinde yer alan kim varsa bir ve aynıdır. Olasılıkla bu daha PKK ile tanışmadan önce de böyleydi dedirtecek bir şekillenmedir sözünü ettiğimiz. Ondaki yalnızca yoldaş sevgisi değil, derin bir insan, doğa, canlı ve cansız varlık sevgisidir. Bilgiye ulaşma aşkıdır. Gerçek arayışındaki bir insanın adanma öyküsüdür. Bundandır ki yüzündeki gülümseme herkese eşit dağılır. Gözlerindeki sevinç herkes içindir. Herkesle aynı sertlikte ve aynı içtenlikle el sıkışır. Siyah, sık, hafif kıvırcık saçlarının çevrelediği geniş yüzü, iri cüssesine meydan okurcasına çocuksu bir ifadeye sahiptir, bakışlarında abartısız, bir çocuğun sevgiyle baktığı insanlara sakladığı bakış vardır. Ve onun bakışı her koşulda o ritmini korur.
Onun açısından yoldaş her şey demektir. Bir yoldaşı onun bu yanını şu sözlerle ifade ediyor; “Baran arkadaş en büyük önemi, en çok değeri yoldaşlığa verirdi. Onun için yoldaşlık her şeydi. Ve yoldaşlık için saflara katıldığını söylüyordu. Onlarca arkadaş için mücadele ediyordu. ‘Bir arkadaş heval kelimesini kullandığı zaman adeta tüylerim diken diken oluyor, heval kelimesini duyunca içim kıpır kıpır oluyor’ diyordu.”
2010’daki yeni savaşçı eğitiminin başlarında bazı zorlanmalar yaşar. Gerilla yaşamının getirdiği fiziksel zorluklarla, gücünün yerinde olmasına karşın önceleri nasıl başa çıkacağını bilememesinin getirdiği kendiliğinden sonuçlardır bunlar. Eğitim süreci koşulları kavramasını, anlam verme gücünün gelişmesini ve gerekli dayanıklılığı sağlamayı öğretir. Eğitimin başındaki Baran ile sonundaki Baran arasındaki fark herkes tarafından açık biçimde görülür.
Önderliği, Partiyi tanıdıkça bu yaşamı daha çok sever. Mücadeleden uzak geçirdiği yıllara hayıflanır. Kendi kimliğinden neden uzak kaldığını sorgular. Tüm bunların sonucunda yaşama katılımda sınır tanımayacak bir gerçeklikle yoldaşlarının karşısında durmaktadır.
Baran arkadaş fedakârlığı ve yoldaşlarına yardımcı olmasıyla bilindiği kadar yardım almasını da bilen biri olarak takdir kazanır. Sorunları içine atmaz, basit sorunlarla boğuşmaz, anında çözüm üreterek daha temel sorunlara ilgili olduğunu yansıtır.
Onu en çok zorlayan konuların başta geleni Önderliğin tutsaklığıdır. Buna öfkesini ve yeterli bir şey yapamayışının acısını her fırsatta dile getirirken, gerekli olan her şeyi yapmaya hazır olduğunu da gösterir. Bunu sözü, duruşu ve pratiği anlatmaktadır. O yoldaşlarınca çok sevilir, ona müthiş güven duyulur. Çünkü o yoldaşlarını ve bu yaşamı sevmektedir ve onlar için canını vermekte bir an için tereddüt göstermeyeceğini kanıtlamıştır. Ayrıca Önderliğin özgürlüğünü sağlamak için fedakârca bir katılımla Önderliğe, şehitlere layık olmak istediğini dile getirirken, buna denk düzeye gelmek için kendini çok yorar. Gerçekten de pratik çalışmalara en önde katılım sağlar. Mütevazıdır, insanların emeklerine saygılıdır. Bir yoldaşının sözleriyle onun yaklaşımlarının özeti şöyledir: “Baran arkadaşın bir yoldaşını kırdığını hiç görmedim. Diyebilirim ki Önderliğe layık olmak için parti çizgisinde yürümenin adıdır Baran arkadaş. O şekilde de hem Önderliğe, hem de parti ve şehitlere layık olmak için mücadeleye katılmak istiyordu.”
Önderliğin en büyük projem dediği kadın özgürlük çizgisine sonuna kadar inanç duymayı bir yaşam felsefesi olarak kişiliğinin değişmez bir parçası haline getirmeye çalışır. Kadını bir irade olarak görüp kadınla yoldaşça yürümenin ve kadın iradesine saygılı olmanın, değer vermenin bilince varmıştır.
“Keşke daha önce katılsaydım. Bu partiyi daha önceden tanıyıp böyle bir mücadelenin içine daha erken gelseydim.” diyen Baran arkadaşın PKK saflarına neden daha önce katılmadığını sorguladığı yoldaşlarınca çok kez gözlemlenmiştir.
Şehit yoldaşlarının yarattığı maddi ve manevi değerleri koruma noktasında son derece hassas bir yapıya sahip olduğu yoldaşlarının altını çizdiği bir husus. Teorik bilinçlenmeye gerektiği kadar önem vermeyişinin acısını yaşadığını sıklıkla dile getirirken, bunu yaratılan değerlere sahip çıkarak telafi etmeye çalışır ve şöyle der: “Yeterli düzeyde kitap okumayanlardan biri de benim. Elbette bunu bir eksiklik olarak görüyor ve aşmak istiyorum. Şu anda bana güç veren şehit yoldaşlarımızdır. Yaratılan değerler güç veriyor. Bu değerler şehitlerimizin kanlarıyla yaratılmışsa sahip çıkmalı, çarçur olmasına göz yummamalıyız diye düşünüyorum.”
Söz konusu durumlarda gösterdiği örnek tutumlar ve eleştirel yaklaşımları da onun yoldaşlarının sevgi ve saygısını kazanmasında önemli rol oynar.
Kimi zaman yanılma olsa da PKK’de yaşam duruşuyla savaş koşullarındaki duruşun birbiriyle çeliştiğine çok az tanık olunmuştur. Baran arkadaş da bir çatışma ortamı olduğu takdirde nasıl davranacağına ilişkin yeterli veriyi sunmuştur yoldaşlarına. Herkes onun canını hiçe sayarak bir eylemde yer alabileceğini, yoldaşlarını savunacağını dile getirmektedir. Nitekim bu öngörüler yanıltmamıştır. Kararlılık, cesaret ve fedakârlıkla düşmanın üzerine giden bir Baran arkadaş gerçeği tanıklarının ağzından günü geldiğinde anlatılmıştır.
Çukurca ilçesi yakınlarındaki Rındike karakoluna dönük kapsamlı eylemdeki tavrı bunun yalnızca maddeleşmiş hali. Düşünün ki yaralanır, yarası ağırdır ve yoldaşları onu sırtlarında taşıyacaklarını söylediklerinde yanıtı şöyle olur: “Utanıyorum! Arkadaşların sırtına binemem. Çok utanıyorum.” Zaten o eylemde yaralanması da önü alınmaz saldırı ruhunun sonucunda gerçekleşir. Yoğun kan kaybı nedeniyle şehit düşen Baran yoldaş yoldaşlarının yüreklerinde yaşamıyla ve şehadetiyle apayrı bir yerin sahibi.
Mücadele Yoldaşları
Botan arkadaşla 2007 yılında Xakurke alanında tanıştık. Yeni katılmıştı, onu karşılamaya biz gitmiştik. Bizi görür görmez koşarak
yanımıza gelmesinden onun gerillaya ne büyük bir istekle katılmış olduğunu anladık. Ondan büyük bir devrimci çıkacağını o an anladım. Bu işin bir ölçüsü olmasa da kimi insanları konuşmasından ya da gözüne bakarak anlamak olasıdır. Botan arkadaşa karşı ilk izlenimim ondan asla kaygı duyulmaması gerektiğine ilişkin oldu. O partiyi fazla tanımadan gelmişti. Belki de yalnızca radyodan falan duymuş olabilirdi, olasılıkla PKK adını oradan duymuştu. Katılımı duygusal temele dayalıydı. Yine de bağlılık düzeyi çok güçlüydü.
Ardından yeni savaşçı eğitimine alındı. O sırada ben de bir süre orada kaldım. Eğitimleri bitene kadar da yanlarındaydım. Böylece onunla paylaşımlarım oldu. Botan arkadaş partiye katılmayı macera yaşamaya benzetmiş ve o duygularla katılmıştı. Gerçeklik karşısında ise gücü daha belirgin biçimde açığa çıkmaya başladı. Önderliğin felsefesini, ideolojisini öğrenme hedefi onda erkenden gelişti. Eğitimlerde kalkıp konuşmasını pek beceremezdi. Bu anlamayla bağlantılı bir sorun olmanın ötesinde, heyecandan kaynaklı olarak ayağa kalktığında kekelemeye başlaması sorunuydu. Onun eğitimi ve yaşamı çok iyi anladığı ise pratik katılımından anlaşılmaktaydı. Bu konudaki heyecan ve coşkusu hiç azalmadı. O anladıklarını sözden çok yaptıklarıyla yansıtmaya çalışıyordu.
Eğitimlerinin bitmesiyle birlikte Botan arkadaşın düzenlemesi Zap alanına yapıldı. Ben de Zagros’a gideceğim için birlikte bir yere kadar gittik. O arada 2008 yılının Şubat ayının son haftası boyunca süren Zap operasyonu başladı. Botan arkadaşı bazen görürdüm. Yeni olmasına karşın düşmanla karşı karşıya kalmış olmak onu daha bir güçlendirmişti. Daha birkaç ayını doldurmadan operasyonu görmüş oldu. Oradaki duruşuyla tecrübesi olmasa da yeni savaşçı eğitimi sırasında sağlam bir temel attığını göstermiş oldu. Bu da onun gelecekte nasıl bir rota izleyeceğinin kanıtıydı. Operasyonun ardından bir daha görüşemedik onunla.
2012 yılında yapılan Rındike eyleminde şehit düşen yoldaşlar arasında onun da adının geçtiğini duydum en son. Botan arkadaş düşman karşısında soğukkanlı duruşuyla tanınan bir arkadaştı. Zap alanında onunla kalan arkadaşlara Botan arkadaşın katılımının nasıl olduğunu sorduğumda, anlatılanlardan umut ve beklentilerimde yanılmadığımı anlamıştım. Tanımadan katıldığı hareketimizde, doğru bir temel attıktan sonra ilerleyişini sürdürmüştü Botan yoldaş.
Botan arkadaşla ortak çok anımız var. Onun partiyi tanıma olayını bir oyun haline getirmiş, ona sunmuştuk. Botan arkadaş bu oyuna göre halı tezgâhının başında radyo dinler biçimdeyken radyoda geçen PKK adını duyuyor ve katılmaya karar veriyordu. PKK demesini bile beceremez, PPK olarak söylerdi. Onun kazandığı bilinç, en çok da pratik düzeyiyle ölçülebilirdi. Zihniyet değişimini kendisinde yaratmasını bildi.
Şahadeti benim üzerimde önemli bir etki yarattı. Gelmiş olduğu sistemi ve gelişme aşamalarını düşündüğümde kendisini fedai bir düzeye ulaştırmış olması benim ona hayran kalmama yetti. Onun fotoğrafını görmeden şehit düştüğüne inanmadım bu nedenle. Yaşama sıcak katılsa da düşman karşısında da o oranda soğukkanlı olan bu yoldaşın kolay kolay şehit olmayacağını düşünürdüm. Partiyi tanımadan gelişinin sonrasında az zamanda fedailik düzeyine ulaşmış bir yoldaştan kendime ne dersler çıkarmam gerektiği sorusunun yanıtını o günden bu yana aramaktayım. Böyle fedai bir ruha erişmek için ideolojik anlamda güçlü bir noktaya gelmek şarttır. Botan yoldaştan bu anlamda güç aldım diyebilirim. Bu fedailiği kendimizde oturtmak durumundayız. Bunu yaşamın her anına yansıtmasını bilmeliyiz. Bu biçimde fedai ruhla uzun süreli yaşamanın kapısını da aralamasını bilmeliyiz. Anlık ya da dönemsel yaşanması gereken bir olgu değildir bu, uzun süreye yayılabilmelidir.
Yazımın kalan kısmında Botan yoldaşın Zap eyaletinde bulunduğu sırada yazdığı bir öneri raporundan bazı kesitlere yer vermek istiyorum. Botan arkadaşı fedai yaşam ve savaş duruşuna götüren yoğunlaşmanın kilometre taşlarının nasıl hızlı biçimde ve güçlü bir kararlılık düzeyiyle döşendiği böylelikle daha iyi anlaşılacaktır.
“Ben Botan Maku. 1989 Doğu Kürdistan Maku doğumluyum. Ailem yurtseverdir. Ama ne kadar yurtsever olsa da feodal bir zihniyete sahipler. Okul okumadım. Parti ile tanışmam 2003 yılına dayanıyor. Yanımıza gelen arkadaşların hal, hareket, konuşmalarından ve şehit düşen arkadaşlardan etkilenip 2007 ortalarında katıldım. Xakurkê alanında yeni savaşçı eğitimi gördüm. Başta her şey bana acayip geliyordu. Örnek olarak yaşam, düzen, yoldaşlık ve eleştiri-özeleştiri bana acayip geliyordu; çünkü bu güzel ve değerli yaşamı hiçbir yerde görmemiştim. Tabii zorlanmalar yaşadım; çünkü toplumun ve sistemin etkileri çoktu. Eğitimle ve arkadaşların yardımıyla az da olsa bunları atlatabildim. Eğitim bittikten sonra Zap cephesine geldim. Oradan da Çiyaye Reş taburuna geldim. 1.5 yıldır bu taburdayım. Tabur süreci boyunca tüm çabam öğrendiklerimi pratiğe dökmek yönünde oldu.
Ayrıca son 2 yıl içerisinde Önderliğe karşı psikolojik ve fiziksel yönelimler gerçekleştirildi. Devletin amacı Önderliği halktan ve partiden koparıp sessiz bırakmaktı. Fakat Önderliğin gösterdiği direnişle devlet geri adım atmak zorunda kaldı. Bu yıllarda parti cephesinde de gelişmeler yaşansa da düşmanın Önderliğe ve halka karşı yaptığı baskılara karşı cevap olma noktasında eksik kaldığımızı belirtebiliriz. Fakat Partinin 10. Kongrede aldığı karar gereği, bundan sonra yapılan her çalışma Önderliğin özgürlüğü için olacak. Birey olarak kendimi bu çalışmalara katma noktasında her yönüyle sürece cevap olabilmek için kendimi geliştireceğimi belirtebilirim.
Bunlara bağlı olarak kış eğitimini Önderliğin yeni savunması üzerinde gördük. Önderlik bu savunmasında tüm hiyerarşik, cinsiyetçi toplum yapısını, devletçi zihniyeti çözümleyip demokratik uygarlık paradigmasına ulaşmaktadır. Savunma üzerinde eğitim görülürken şahsımda coşku, moral ve istek yaratmıştır. Önderliğin yeni paradigması çerçevesinde savunmadan aldığım güçle kendimi sorgulama ve doğru bir katılım içerisine girdim. Bu çerçevede savunmadan aldığım güçle ve eğitimden aldığım birikimle bunları her alanda pratiğe dökmek için kendimi hazır hissediyorum. Bireysel önerim Geliye Zap alanına geçmektir. Bu alanda hem eylemsellik hem de yaşam konusunda kendimi daha çok geliştireceğime inanıyor ve bu alanda da her çalışmaya aktif katılacağıma dair kendime güveniyorum.”
Mücadele Yoldaşı
Mazlum Van
Şoreş arkadaş Kobanili bir arkadaştı. Kobani’lilere özgü birçok kişilik özelliğini onda görmek mümkündü. Feodal yanlarının yanı sıra
doğal toplumsu, saf, temiz, ahlaklı, bozulmamış özelliklerini de kişiliğinde taşıyordu. Yurtsever bir aileden geliyordu. Halep’te kalmış, orada büyümüş ve çalışmıştı. Emekçi yönleri göze çarpan, ön planda olan bir arkadaştı. Duygu yönü güçlüydü.
2009’da örgüte katılmıştı. Gerilla ortamına çabuk ısınmış, kısa bir zamanda onun bir parçası haline gelmişti. Ben heval Şoreş’i 2010’da Haftanin’de tanıdım. Çok genç bir arkadaştı. Uzun boylu ve esmerdi, zayıf bir fiziği vardı. Örgüte duygusal bir temelde katılmıştı. Çok konuşkan değildi. Ama oldukça emekçi ve çalışkandı. Onu ilk tanıdığımda o yönü çok dikkatimi çekmişti. Nerede ne iş olsa, elinden gelse mutlaka yapardı.
Mütevazı, saygılı, efendi birisiydi. Genç olmasına rağmen oldukça olgundu. Bu yönlü kaldığı ortamlarda hem sevilen hem de saygı gösterilen bir arkadaştı. Hem geldiği aile ve çevreden aldığı özellikler, hem de aldığı parti kültürü birleşince gerçekten ahlaklı ve temiz bir kişilik açığa çıkarmıştı. Heval Şoreş yaşama çok doğal katılıyordu. Heval Şoreş’te hiçbir zaman kaygı, tereddüt, ikirciklik yansımıyordu. Özellikle Önderlik ve şehitlere çok bağlıydı.
Okul okumamıştı, bu yüzden okuma yazması yoktu. Çok ihtiyaç duymamıştı. Bu yönlü sürekli tartışmalarımız oluyordu. Ben ona daha çok partiyi, Önderlik ideolojisini anlaması için okuma yazmasının olması gerektiğini anlatıyordum. Partiye katıldıktan sonra kendinde bu konuda bir eksiklik hissetmişti. Hatta bir süre de uğraşmıştı. Fakat anlamıyorum deyip bırakmıştı. Bazen mangadaki dergileri, kitapları karıştırıyor, fotoğraflara bakıyordu. Şehit arkadaşların fotoğraflarını gördüğü zaman yanındaki arkadaşlara soruyordu. “Bu arkadaşın ismi nedir, nerelidir, nerede şehit düşmüş, ne zaman katılmış?” vb. sorulardı. Arkadaşlar da okuma yazma öğrenmesi için sürekli onu teşvik ediyordu. Beraber kaldığımız dönem akşamları onu ikna edip harfleri ve heceleri öğretmeye çalışıyordum. Fakat kendini çok vermiyordu. Pratik, savaşçı yönlerini geliştirmek istiyordu. Bu yönlü yoğun bir ilgisi vardı. Arkadaşlar savaş anılarından bahsettiğinde sürekli kulak kabartıyordu. Silahlara müthiş bir ilgisi vardı. “Örgüt niye beni Kuzeye göndermiyor, ne zaman gidebilirim?” diyordu hep.
Şoreş arkadaşın yetiştiği aile çevresinden ve toplum gerçekliğinden aldığı kişilik özellikleri vardı. Kadın arkadaşların olduğu yerde utancından ne konuşuyor, ne gülüyor, ne de bir şey yiyip içiyordu. Kaldığımız yerde normalde kadın arkadaşlar yoktu. Ama bazen yanımıza göreve geldiklerinde, onlar mangaya girdiklerinde heval Şoreş dışarı çıkıyor, onlar dışarı çıktığında heval Şoreş içeri giriyordu. Kadın arkadaşlar ona soru sorduğunda utana, sıkıla cevap veriyordu. Onların yanında sürekli başını öne eğiyordu. “Neden bu şekilde yaklaşıyorsun?” diye sorduğumda ‘utandığını’ söylüyordu. Ama kadın arkadaşlara büyük saygı da duyuyordu. İlk dönemler bu konuda oldukça zorlanıyordu. Geldiği toplum gerçekliğiyle alakalıydı. Sonrasında yavaş yavaş bunu aştı. PKK’nin insanları nasıl değiştirdiğini, özünü nasıl ortaya çıkarttığını Şoreş yoldaş şahsında insan daha iyi görebiliyordu.
Doğa ile çok ilgiliydi. Hayvanları izliyor, bitkileri topluyordu. Bunu yaparken büyük bir zevkle yapıyordu. Beraber kaldığımız yaz, bahçemiz olmuştu. Her gün gidiyor, bahçeyi suluyor, ilgileniyordu. Her akşam bir araya geldiğimizde bahçenin son durumunu anlatıyordu.
Heval Şoreş kapitalist modernitenin hiçbir kirini, pasını almamıştı. O yüzden de içten, doğal, samimi, dürüst bir arkadaştı. İnsan onunla kalmak istiyordu.
Heval Şoreş’i en son 2012’nin başlarında Xakurkê’de gördüm. Gelişmiş, eğitim almış, ağır silah uzmanı olmuştu. Birlikte kaldığı yoldaşlar çok seviyordu onu. Şemzinan hamlesinde baştan beri katılan arkadaşlardan biriydi. Cesareti, fedakârlığı, kararlılığı tıpkı yaşamdaki gibi savaşta da en üst düzeydeydi. Hep en ön cephedeydi. Onu tanıyan yoldaşların hepsi Heval Şoreş için ileride çok büyük bir komutan olur diyorlardı. Aynı yoldaşları Şoreş arkadaşın şehit düşme anına ilişkin tanıklıklarını şöyle dile getirdiler:
“Şoreş yoldaş Şemdinli eylemlerinde bir yayla yerinde şehit düştü. Bölgede değişik yerlerde mevzilenmiş güçlerimiz vardı. Telsizden sesini duyabiliyorduk; Şoreş arkadaş tüm grupları koordine etme görevi ona verilmişçesine konuşmaktaydı. Arkadaşlara düşman hareketliliğini aktarıyor, yapmaları gerekeni söylüyordu. Durum böyle olunca eylemi koordine eden arkadaşlar da yerlerini Şoreş arkadaşa kaptırdıklarını dile getirdiler. Eylemde düşmanın tekniğine aldırış etmeden müthiş savaştı.
İşte o böyle örgütlü bir kişilikti. Mücadeleci olduğu için çözümsüz de kalmazdı. Sorunların çözümüne öncülük eder, hesap sorulacağını bilirdi. Düşmanı karşılamaya her an hazırdı. Önemli olanın onu tanımak olduğunu bilirdi. Zamanını boş geçirmez, yapacak iş bulurdu. Örneğin arkadaşların erzaklarını gidip uzak yoldan getirirdi eylem yerine. Yoldaşlarına yardım etmeyi severdi. Arkadaşların görüşlerine açıktı. Bulunduğu yerde birlik oluştururdu. Hangi işi nasıl yapacağını iyi bilse de mutlaka gelip bizim görüşlerimize başvururdu. Amacı etrafını da harekete geçirmekti. Aslında bize de yapacak iş çıkarırdı. Bu biçimde insanı heyecana getirirdi. Dinleyip anlama gücüne erişmişti. İnsanlar arasındaki parçalanmaya karşıydı. Köleliğe, sınıflı yaşama karşıydı.”
Şoreş yoldaşın şehadet haberini duyduğumda gerçekten çok üzüldüm. Çok erken şehit düştü. Bize düşen de onun anısına bağlılık gereği onun yolundan yürümektir.
Adıl Konya









