Seni hep sevdim ve sevmeye devam edeceğim. Özlemine ulaşmanın bu uğurda mücadeleyi gerektirir “Hedefinde net olan amacına ulaşır” şiarı şiarım olacaktır.
Seni ve eylemini doğru tanımlamak ve anlamlandırmak boynumuzun borcudur. Özgürlük hareketimiz, binlerce Şehidin yolunda yürüyen bir harekettir. Her bir şehidimiz mücadelemiz gerçekliğin de ayrı bir yere sahiptir. Her birinin bizlere yüklediği görev ve sorumluluk, mücadelemizi daha da güçlendirmek içindir. Siz yüce insanları anlatmak çok zor ve sorumluluk istiyor. ö sorgulayıp, kişiliğimizi tüm kirliliklerden arındırmamız gerekir. Çünkü sizler bizlere bir kez daha nasıl yürümemiz gerektiğini, nasıl bir militan ve kadro olmamız gerektiğini, Önderliğe bağlılığın nasıl olması gerektiğini öğrettiniz. Bunu bedellerinizle ispatladınız ve yaşamsallaştırdınız.
Özgürlük, özgürleşmek, özgürlük yürüyüşünün bir militanı olmanın öyle kolay olmadığını, çok sancılı ve zikzaklı, inişli-çıkışlı olduğunu, uzun soluklu bir maraton yürüyüşü olduğunu bir kez daha ispatladınız. Özgürlüğün büyük bedeller istediğini, bu bedeli vermek için ideolojik derinlik, örgütsel duruş, bilinç istediğini gösterdiniz. Özgürlüğün bir aşk, bir tutku, bir bağlılık ve amaca kilitlenme olduğunu yaşamlarınızla kanıtladınız. Egemenlikli devleti ve iktidarcı zihniyeti yenmek, onun karşısında örgütlü bir güç olmak, bıkmadan mücadele etmek, öfke ve kin duymak, onun tüm özel savaş teorilerini boşa çıkarmak, onun egemenlikli sisteminden kopmaktır.
Ateşin kızı Viyan yoldaş, Önderliğimizin esaretinin 8. Yılına girişte kutsal eylemini gerçekleştirdin. Uluslararası komplo gerçeğinin yapmak istediği bize bu esareti kabullendirmek ve marjinalleştirmekti. İşte Viyan gerçekliği buna cevaptı. Viyan gerçekliği özgür insanın esaretinin asla kabul etmeyeceğimizin cevabıydı, karanlık ve buz tutmuş şubat ayını ısıtan ve bedeniyle aydınlatan bir duruştu, Ehrimanlara vefasız ve gamsız duruşumuza cevap verendi.
Viyan yoldaş, Önderliğin esaretinin 11. Yılına giriyoruz. Uluslar arası komplo egemenlikli, devletçi, iktidarcı zihniyet her türlü savaş araçlarını kullanarak, başta özgür insana, onun yarattığı özgürlük hareketine ve direnen halkımıza karşı savaşı sürdürüyor. Her yerde büyük darbeler almasına rağmen şiddetinden vazgeçmiş değil. Tüm çırpınışları sonunun geldiğinin göstergesidir. Çünkü tüm yollara başvurdu; askeri operasyonlar, yoğun hava saldırıları, halka yönelim de baskı ve tutuklamalar, baskı ve yasaklamalar, dış ülkelerde diplomasi trafiği vb. Fakat istediği gibi bir sonuç yok.
“Başkan APO’nun ocağındaki ateşin soğumasına izin vermeyeceğim.” sözünü özgürlük hareketi ve onun militanları kendine esas aldı. Bugün daha çok özgür insan etrafında kenetlendik. Önder APO’yu kimsenin esir alamayacağını, onun özgür düşüncesi karşısında kimsenin O’na güç getiremeyeceğini, Önder APO yeni savunmalarıyla bir kez daha kanıtlandı. Kapitalist modernite’nin yarattığı zihniyeti, bu zihniyet sonucu insanlığın nereye doğru gittiğini, felsefik, demokratik, tarihsel yönleriyle çözümledi. Halkların, ulusların, kadınların kurtuluş ve özgürlüğü, kendi tarihlerini tanıma ve iradesel bilince ulaşması için büyük çabalar sergiledi.
Bu dönemde Gerilla ve halk daha güçlü bir şekilde birbirini tamamladı. Önderlik etrafında kenetlenen ateş çemberi daha da büyüyerek gürleşti. Senin bize bıraktığın mektuplarındaki eleştirilerini, hareketimiz ve onun militanları olarak kendimize esas alıyoruz. Çünkü mektupların bizim için bir manifesto ve talimattır. PKK söylediğini yapan bir harekettir. PKK ideolojisi yaşamın ispatıdır. Söz ve eylemi her zamankinden daha güçlüdür. Üyesi ve inşasında yer aldığın PKK, bu gün daha güçlü, daha kararlı, birliği yaratan ve ideolojik mücadelede radikalliği esas alan bir düzeydedir. 10. PKK kongremizi gerçekleştirerek militan ölçülerimizi, ideolojik bakış açımızı ve örgütsel duruşumuzu değerlendirerek daha güçlü kıldık. PKK ölçüleri elbette ki netti. Fakat içimizdeki çeteci tasfiyeci çizgi sahipleri yaşamımızı muğlâklaştırmak ve militanlık ölçülerimiz de çıtayı en alt seviye ye çekmek istediler ama her zaman ki gibi başarılı olamadılar. Kazanan PKK’nin özgürlük çizgisi oldu. Örgüt içi başlatılan ideolojik hamle, güçlü sonuçlar alarak her zamankinden daha net ve güçlü kararlılıkla bu komploya cevap olmuştur. Gündemimiz Önderliğin özgürlüğüne kilitlenme olmuştur. Buz tutmuş yürek ve beyinlerimizi sen ve senin ardılların çözdü. Şehitler kervanı çok büyüdü. Bu kahramanları görmemek, yaratılan değerlere katılmamak en büyük ihanettir. Biliyorsun, her zaman bir yanımızda büyük direniş ve kahramanlık, bir yanımızda da ihanet ve tasfiyeciler olmuştur. Bu kirler ve paslar silinip atılırken, büyük sancılar çeksek de sonuçta ruhlar temizlenmiştir. Çürükler atılmazsa koku yapar ve bütünü bozar. Bu PKK gerçekliğidir. PKK gerçekliği çıkışından günümüze kadar bu mücadeleyi hep vermiş ve vermeye devam etmektedir. Kaybeden ihanet ve tasfiyeci güçler olmuştur, kazanan onurlu ve kahraman hareketimiz olmuştur.
Senin de belirttiğin gibi “PKK de söz en büyük eylemdir” Biliniyor ki; sözün anlamını yetirmesi, büyük bir gaflet, vicdansızlık ve ahlaki çöküntüdür. Böyle bir durumun sonucu da şüphesiz ki ihanettir. Sizin gibi onurlu insanların eylemi, bizi bir kez daha PKK’nin özüyle bütünleştirdi ve anlam gücümüzü netleştirdi. Özlemin olan kuzeyi görmek, amacın düşmanın merkezinde eylem yapmak ve Önderliği görmek idi. Senin bu özlemini gerçekleştiren ve bu uğurda mücadele veren PKK ve PAJK militanları vardır. Heval Viyan, yüzlerce kadro kuzey yürüyüşüne katıldılar ve bu yürüyüş büyüyerek devam ediyor. Yüzlerce onurlu kadro daha fazla Önderliğe yakın olabilmek ve O’na layık olmak için düşmana büyük darbeler vurdular ve vurmaya devam ediyorlar. Önderliğin özgürlüğü için özgürlük hareketimiz, her süreçte yeni hamleler ve atılımlar yapmaktadır. Sizin eylemleriniz, bizlerde, halkımızda ve özgürlük mücadelesine inanan herkeste büyük sarsılma ve özgürlük mücadelesine, sizin anılarınıza sahip çıkmada anlamlı kararlaşmalar yarattı. Özlemini ve hasretini yaşamsallaştıran yoldaşların olmuştur. HPG’nin 4. Konferansı, PKK’nin 10. kongresi senin eylem ve bağlılık çizgine atfen gerçekleşti.
“Bu örgüt acı çeken halkın alın terinden, binlerce yürekli, sevdalı kız ve erkeklerin tatlı ve berrak kanıyla yaratılmıştır. Bu nedenle örgüte sahip çıkmak, halka ve şehitlere sahip çıkmaktır.” Bu yaklaşıma sahip olan kişiler ahlaklı ve değerli insanlardır. Bunun tersi ise ahlaksal ve vicdani yıkımdır. Özgürlüğün ateşi bir dönemler tasfiyeci, çeteci, ilkel milliyetçi unsurlar tarafından zayıflatılmak istendi. Bazı yönetimlerimizin şahsında örgüte karşı bazı kadrolar tepkilendirildiler. Yaşamsal sorunlar karşısında seyirci kalan liberal yanlarımız, tasfiyeci anlayışlara zemin oldular ve bundan dolayı da militanlık görevimizi tam olarak yerine getiremedik. Senin talimatların ve Önderliğin perspektifleriyle bu yanlarımızı yeniden çözümleyerek sorgulamaya başladık. Özgürlük mücadelemize karşı gelişen saldırlar ve örgüt içinde yaşadığımız sorunlar, bir kez daha Kürdistan ve Ortadoğu’da örgütsüz hiçbir gelişmenin olamayacağını gösterdi. Kendisini özgürlük ideolojisi karşısında netleştirmeyenler sonunda düştüler. Devletçi, egemenlikçi sistemin kucağına gittiler. Militan olmakta ısrar edenler ise militan olmanın mücadelesini vermektedirler. Senin de belirttiğin gibi, eleştiri ve özeleştiri mekanizması olmadan örgüt gelişimi sağlanmaz. Önderlik ve şehitler gerçeği karşısında sorgulama ihtiyacını derinden hissederek bir kez daha kendimizi eleştiri, özeleştiriye tabi tutarak eksikliklerimizden arınmaya çalışıyoruz. Bu hareketin diyalektiği şunu ispatlamıştır; muğlâk, ikircikli, net olmayan kişilikler bu örgütte kalamaz. Özgürlük Hareketi militan olanın, örgütsel olanın, fedakâr ve bağlı olanların partisidir. Bu hareket binlerce şehidin kanıyla yaratılmış bir hareket gerçekliğidir.
Özgürlüğün temsilcisi olan sen, genç yaşta örgütün en zor görevlerini üstlendin ve hiç geri adım atmadın. Ferhat ve Botan tasfiyeciline karşı zorlansan da bıkmadan mücadele etmeyi bildin. Sen Önderliğin yoldaşı oldun. Onun Örgütünde yer alırken, O’na yürekten inanarak mücadele ettin. PKK’nin inşasında yer alarak, PKK okulunda militanlar yetiştirdin. Irak gibi ( tasfiyecilerin kol gezdiği) bir yerde çok cesaretlice ve inançla mücadele ettin. Sen HPG’nin almış olduğu 1 Haziran direniş çizgisine katılmak için dayatma ve ısrarınla HPG ye geldin. YJA-Star’ın üyesi oldun. Bu senin için bir gurur ve onur ise, biz YJA-Star örgütü için de bir onur ve gururdu. Sen ilk geldiğin günden itibaren geriliklerimize, örgütsüz yanlarımıza ve liberal duruşlarımıza karşı mücadele ettin. Belki seni zamanında anlayamadık ve doğru anlamlandıramadık. Bu da bizim yetersiz yoldaşlığımızın sonucuydu. Sen YJA-Star’a geldiğin andan itibaren, hiç adapte sorunu yaşamadın. Çünkü sen, militan ölçülerini uyguladın ve o ölçüleri uygulatmayı esas aldın. Kadın hareketi olarak bir dönem tam rolümüzü oynayamadık. Tasfiyecilerin etkisi bizi de çarpmıştı. Bileşenler arası parçalı duruş, herkesin kendisiyle uğraşması, herkesin kendine göre militan ölçüleri yaratması, herkesin kendini yeterli görmesi gibi anlayışlar vardı. Bu durum ve durumlar, genel kadın hareketinin tam rolünü oynamasını engelledi. YJA-Star olarak da kendimizi yeterli görme ve en iyisi biziz yaklaşımı ne kadar gaflette olduğumuzu daha sonra yaşadığımız sorunlarda kendisini gösterdi. Kadın Kurtuluş İdeolojisi’nin amacı ve ilkeleri her yerde aynıdır. Biz mekânsal ayrışmalarının farklılığını anlayışsal ve yaklaşımsal alana da yansıtarak bir yanılgıyı yaşadık. Bu anlamda kadın hareketinde bir dönem parçalı duruşlarımız açığa çıktı. Bu durum Önderlik çizgisi karşısında bizlere kaybettirdi. Senin de belirttiğin gibi, özgürlük mekânlarımız olan dağlarımızı, doğru tanımlar ve doğru anlamlandırırsak başarı şansımız yüksektir. Kadın kendini bu dağlarda var etti Özgürlük bilincini, örgütsel gücünü, iradesel duruşunu bu özgür dağlarda var etti. Yani bu dağlar özgür kadını yarattı. Bu dağlara ve bu dağlarda yaratılan özgürlük değerlerine sahip çıkmamak en büyük ihanettir. Özgür yaşam mücadelesini veren biz kadın yoldaşlar olarak, Önderliğin “Herkes dağlardan inse de kadın inmemelidir” belirlemesinden de anlamamız gereken, herkesten daha fazla bu dağların değerini bilmek ve buralarda özgür yaşamı yaratmak olmalıdır.
Özgürlüğün sözcüsü sen, bu dağların özgür yaşam mekânları olduğunu ve bu dağlarda yaşanması gerektiğini bağlılığın ve inancınla bir kez daha bizlere kanıtladın. Sorun bu güzelliği ve yücelileşmeyi istemek ve bu uğurda mücadele etmesini bilmektir. Özgür olmak isteyen bu özgürlük yolunun zorluklarına katlanır. Sizler bedenlerinizi ateşe vererek bunu yakıcı bir biçimde ödediniz. Bu duruşunuz karşısında kadın hareketi ve YJA-Star olarak kendimizi, tarzımızı yanlış ve yetersizliklerimizi sorguladık ve anladık ki özgürlük yürüyüşünde yer almak su gibi berrak, ateş gibi kızgın ve sizler gibi büyük yürek sahibi olmayı gerektirir. Kadın hareketi ve YJA-Star güçleri olarak Önderlik etrafında kenetlenmeyi, daha güçlü ve kararlı yürümeyi kendimize esas almış bulunmaktayız. Yani senin onurlu katılımın bizim onurlu yürüyüşümüz olmaktadır. Kadın eksenli sistemi dağlarda, şehirlerde ve toplumun her alanında öz örgütlülüğümüze dayalı, özgür bilinçlenme temelinde mücadelemizi geliştiriyoruz. Eğitsel, örgütsel, akademik çalışmalarımız temelinde örgütsel ve ideolojik tartışmalar vardır. Bu temelde eğitimlerde egemen ve devletçi sistem zihniyetini çözümlemeye ve aşmaya çalışıyoruz. Toplumsal alanda kadın meclisleri, özgür kadın akademileri, kadın parkları vb. kurumsal çalışmaları geliştirerek toplumsal cinsiyetçi zihniyete karşı mücadelemizi geliştiriyoruz. Yine ‘Özgür kadın kimdir ve nasıl yaşar’ Konusunu gündemimizin ana ekseni yaparak ideolojik partimiz PAJK bünyesinde yoğunlaşarak, ideolojik ve örgütsel kimliğimizde derinleşmeyi esas alıyoruz. Viyan yoldaş, sen yaşamında ve duruşunda egemenlikli, geleneksel, geri anlayış ve yaklaşımlara karşı tavizsiz, istikrarlı, radikal tavırlarınla çizgi karşısında doğru eylem anlayışını ve özgür yaşam esaslarını kendinde yaşamsallaştırarak anın ve zamanın akışına yön verdin. Gerçek aşkın ve sevginin nasıl olması gerektiğini yaşam ve tutku düzeyinle gösterdin. Mektuplarında Önderliğe hitaben yazmış olduğun satırların arasında ‘Başkanım bazıları vardır el ele verip kaçar, ihanete giderler, buna da aşk ve sevgi derler. Ben ise, sana gelerek bir ışık olmak ve aşkımı ilan etmek istiyorum” diyerek gerçek aşkın ve hakikatin yürüyüşçüsü oldun. Senin aşkında sadelik, cesaretlilik, güzellik ve yaratıcılık var. Senin aşkın bireysel hesapları, ikirciklikli duruşları, bencil yaklaşımları, özgür yaşamın ilke ve ölçülerini dejenere eden sahte aşk ve sevgileri reddeder. Viyan yoldaş, sana ve sizin gibi manevi komutanlara aşık olmamak en büyük ihanettir. “PKK felsefesi aşkın ve sevginin kendisidir” sözünü bize kavrattınız. Ancak bu yola katılmayanlar da oldu. Özgürlük onurundan vazgeçip, ihanet yolundan giderek onursuzluğu tercih ettiler. Senin eyleminden, özgürlük aşkından etkilenerek özgürlük savaşına katılan yüzlerce kadın ve erkek savaşçı oldu. Senin savaşçıların senin adını alarak senin amacına bağlılığın sözünü verdiler. Eski arkadaşlar olarak senin eylemin karşısında sarsılarak, kendimiz de var olan sıradanlığı, pasifliği aşmanın mücadelesini vererek, militanlık çizgisinde sorgulamalarımızı derinleştirerek netleşmekteyiz. Kadına kader olarak görülen köleliği, ancak egemen sistemle mücadele ederek aşabiliriz. Önderliğin “İlk sömürülen ulus kadındır” ve yine “Beni sevenler fikirlerimi yaşamsallaştırsınlar” belirlemesini kendimize esas alarak Önderliği, tarihimizi ve kendimizi anlamaya ve tanımaya çalışıyoruz.
Gerçekleştirdiğimiz kadro konferanslarımızda, senin bize bıraktığın mektuplarını esas alarak kadro olmanın ölçülerini, özgürlük ölçülerini, kadın kurtuluş çizgisinin ilkelerini tartışmalarımızın temel merkezine koyduk. Pratiklerimizden de anlaşıldığı gibi henüz yetersizliklerimizin tümünü aşamadığımız bilinmektedir. Ama bu yetersizliklerimizi aşmanın mücadelesinde önemli düzeyde bir kararlaşmayı yaşamaktayız.
Haftanin’i çok sevmiştin. Doğası ve arkadaş yapısıyla bütünleşmiştin. Haftanin seninle daha da güzelleşti. Doğa ana daha da güzelleşti ve bizi bağrına bastı. Haftanin senin ve Erdalların diyarı oldu. Haftanin seninle sevildi ve bu yüzden saygınlığı daha da arttı. Viyan yoldaş, sen kendi şahsında bizim geriliklerimizi de kutsal ateşinle temizlemek istedin. Kuzey Kürdistan halkına, Güney Kürdistan halkına ilettiğin mesajlar yerine ulaştı. Onurlu ve kahraman halkımız, düşmanın yönelimleri karşısında büyüklüklerine denk serhildanlar ve eylemler gerçekleştirdiler.
Ateşin kızı seni anlatmak, seni doğru tanımlamak bir bilinç ve militan özelliklerine sahip olmayı gerektirir. Ben de bu hareketin bir üyesi ve savaşçısı olarak, tam rolümü oynayamadım tarih karşısında, benim de vermem gereken hesaplar var. Hep senin yoldaşın ve arkadaşın olmak istedim. Pratiğime baktım ki istemi fazla aşmış değilim. Bunun katılımı, yaşam duruşunu sergilemede eksikliklerim oldu. Bu anlamda böylesi tarihi bir süreçte sana layık olmaktan başka bir yaşam arayışım olmayacaktır. Sana yakın olmak seninle yürümektir. Seni sevmek senin düşünce ve eylem kararlığına katılmaktır. Seni hep sevdim ve sevmeye devam edeceğim. Özlemine ulaşmanın bu uğurda mücadeleyi gerektirir “Hedefinde net olan amacına ulaşır” şiarı şiarım olacaktır. Eyleme giderken ki moral gücün örgütlülüğünü ve kararlılığını hiçbir zaman unutmadım ve unutmayacağım. Kadın olmanın gurur ve onuruyla söz veriyoruz ki seni ve sizleri hiç unutamadık ve unutmayacağız. Özgür doğa anaya daha çok sarılıp, bilinçlenip, örgütlenip kadın sistemini ve yaşamını geliştireceğiz. Özgür insan etrafında ateşi ve mumları hiç söndürmeyeceğiz. Hareketimizin Şiarı olan “Önderliğin özgürlüğü özgürlüğümüzdür” anlayışı dışında başka bir yaşam anlayışımız ve arayışımız olmayacaktır.
Sizin gibi büyük manevi komutanlarımızın amacında yürüyerek, sizleri sahiplenmek ve amacınızı göklere çıkarmak ve sizleri zirveleştirmek bizlerin de temel amacı olacaktır. Bedeninle yaktığın ateş hiç sönmeyecek, her zaman daha da gürleşecektir. Yani kendimizi her gün yaktığın ateşin külleriyle arındırmaya çalışacağız. Viyan yoldaş, sana yazarken çok zorlandım. Çünkü şehitleri anlatmak, onları doğru tanımlamak oldukça zordur. Bizlerin sizlerin karşısında girdiği eksiklik ve yetmezliklerimizden dolayı sizlerin adaletli affına sığınıyoruz. Kadın olmanın bilinci ve iradesiyle bir kez daha senin şahsında tüm şehitlere söz veriyoruz ki, sizlerin eylemlerinizle daha da büyüyecek ve sizleri eylemlerimizde, yaşamlarımızda yaşatacağız. 2012 Yılının Önderliğimizin özgürlük yılı olması için bu mücadeleye tüm gücümüz ve kararlılığımızla katılacağız. Geçen süreç bunu gösterdi ki PKK ve PAJK militan ölçülerinde doğru partileşirsek kesin kazanacağız. Kadın olmanın sorumluluğu ve bilinciyle sözümüzü yeniliyor ve soylu şehitlerimizin onurlu eylemleri karşısında bir kez daha söz veriyoruz.
Ayten Dersim
Nusaybin sokakları bir anda hareketleniyor. Gençler bir anda toplanıyor. Kan kusmak için sokakları tutan faşist AKP polislerine karşı gençlik halkını savunuyor. Haber çabucak yayılıyor halk arasında 'bir gerilla direniyor'. Herkes bir yandan merak ediyor, bir yandan da dayanışma duygularıyla polislere taşlarla yanıt veriyor. O kahraman gerilla ile buluşmak, onunla kucaklaşmak istiyorlar. Gerilla halkına, halk gerillasına sahip çıkıyor. Halkın kahramanlığı ile gerillanın kahramanlığı birbirini sarıyor. Nusaybin serhildanlar kasabası bir kez daha ayakta...
T.C kendi varlığını Kürt halkının yokluğu üzerine kurduğu için, Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü kabullenmekte zorlanıyor. Çünkü Kürt Halkının varlığını ve özgürlüğünü kabul etmek T.C için yok olmak anlamına geliyor. Bunun için Kürt toplumunu dağıtmak T.C'nin temel görevi olmuş, kırlar boşaltılmış, köyler yakılmıştır. Bunun için 90'lı yılların başında yakılan ve yıkılan köylerin sakinleri kasabalara akın etti. Nusaybin'de bu kasabalardan biriydi. Devlet ' suyu kurut balığı yakala ' politikası kapsamında Kürdistan'da en vahşi, insanlık dışı işkenceleri uygularken bu katliama tanık olan bir yerde Nusaybin'dir. Akif yoldaş yıllar önce bu sokaklardaydı. Bu sokaklarda faşizmi tanıyarak büyüdü. Devlet zulmünü gözleriyle gördü. Toplum dışına çıkmak istemeyen yani koruculaştırılamayan yurtsever Kürdistan köylüleri, canını kurtarmak için can havliyle kasabalara gitti. Bunun için; ajanlaştırılamayanların şehridir Nusaybin...
Bugün, AKP devleti yalanlar söylüyor. Devrimci Nusaybin ise bu yalanların üstündeki perdeyi yırtıp atıyor. Halkımız bir kez daha 'halk iki ateş arasında kaldı' diyenlerin yüzüne tükürüyor. 90'lı yıllarda gecenin karanlığında halka kurşun sıkan takkeli sahte islamcılığın illegal güçlerini iyi tanıyan halkımız, bugünde bu eli kanlı ve yasallaşmış gücün kim olduğunu kuşkusuz biliyor. 'Kürtleri ben temsil ediyorum' diyerek teslimiyeti dayatan sahtekarlara karşı halk gerilla ile birlikte direniyor. 'Bunların tabanı yok, bunları kimse desteklemiyor' diyen halk düşmanlarına karşı halk ve gerillası savaşarak yanıt veriyor.
Akif yoldaş, ezilen ve sömürülenlerin özgürlük kahramanı, halk değerlerine saygının somut ifadesi, PKK milatanınlığı ve halk devrimciliğinin doruk noktasıdır. Tayyip Efendi bu gerçeği görmeli, 'PKK tehdit ediyor, PKK halkı kandırıyor diyen' aymazlığına son vermelidir. Yurtseverler zorla oy veriyor, zorla dükkan kapatıyor, hadi bunlara inandırdın diyelim. Halkın çatışmanın ortasına gidip gerillayı kurtarmak istemesi de silah zoruyla mı oluyor? Paris'te katledilen Rojbin arkadaşın dediği gibi ' biz Önder APO'nun Kürdüyüz. Başkan'ın Kürdüyüz, başkasının Kürdü de olmayız. Bu halk Önder Apo'nun halkıdır. Gerillası gibi korkusuz, yalansız, dolansızdır... PKK çoktan Kürt halkını kazanmıştır ve onunla bütünleşmiştir. Halk eylemlerde 'PKK halktır halk burada' derken bu hakikati dile getiriyor. PKK doğru söz ve eylemiyle halklaşmıştır. Kuruluşundan itibaren böyledir. Hilvan-Siverek direnişinden beri böyledir. Gerilla-halk bir bütündür. PKK'den halka kötülük gelmez, PKK'liler halkın menfaatinden başka bir şey düşünmez. Nusaybin halkı da biliyor ki, orda PKK direniyor ve onunla bütünleşmek istiyor. Akif arkadaş direniyor ve düşmanı teslim alıyor. O savaşta düşman gerçeği PKK gerçeğine teslim oluyor.
Televizyonda Akif yoldaşın söyleşisini seyrediyoruz. onu tanımayanlar, gülen yüzünü görüyor. Halk kahramanıyla tanışıyor. ' Savaştır, ölmek olabilir ama sağ ele geçip düşmanı sevindirmek olmaz, düşman bunu rüyasında bile göremez' diyor. Fedakarlığa, bağlılığa kendinden başlıyor yoldaşımız. Düşmandan uzakta kendini yaratmış bir kişilik. Devrimci halk savaşında APO'cu duruşun fedaisi...
PKK'yi biterebileceğini hayal edenler var. Kendini darı ambarında gören aç tavuklar misali, AKP bu hayali kuruyor. Kürt ayrı, PKK ayrı diyor. 'Bende biraz temsil ediyorum' diyor. Madem sen temsil ediyorsun; neden bu halka saldırıyorsun, on binleri tutukluyorsun, neden alçakça katlediyorsun demezler mi-sormazlar mı sana? PKK bir halk hareketidir, ey AKP, bunu inkar etmek gökyüzündeki güneşi inkar etmek kadar aptalca olmaz mı?
Kürt halkı egemenlik altından kurtuluyor. Dün tamamen esirdi. Bugün Önder Apo öncülüğünde özgürlüğü için savaşıyor. AKP, Özgürlük hareketimizin Kürt halkını temsil etmediğini söylüyor. yani aslında demek istiyor ki; bu halkı sömürge ve soykırım cenderesinden daha kurtaramadınız. AKP şunu iyi bilmelidir ki; PKK sadace 10-15 bin gerilladan ibaret değildir. PKK bir halktır, milyonlardır...
Akif arkadaş milyonların dili oluyor. Ey AKP şimdi sen mi kürdün temsilisin, yoksa halkı için canını verenler mi? Aslında AKP hiç kimseyi temsil etmiyor, edemez... Çünkü AKP imansızdır, vicdansızdır. AKP, Kürtleri, Müslümanları, Alevileri, muhafazakarları kimseyi temsil edemez. Ama PKK çok şeyi temsil ediyor. Onun militanı Akif yoldaş da çok şeyi temsil ediyor. Kürt köylüsünü, emekçisini, Alevisini, demokratını, kadını, gençliğini temsil ediyor. AKP sadece bir avuç orta sınıf burjuvayı, eli kanlı işbirlikçiliği temsil ediyor. Ama Akif yoldaş tarihi, toplumsal değerleri, halk için yaşamını ortaya koymayı temsil ediyor.
Devrim halkların eseridir, derler. Devrimcilerde halk önderlerinin eseridir. Akif yoldaş Önder APO'nun PKK ocağında yetiştirdiği bir devrimci halk gerillasıdır. Nusaybin sokaklarından, Kürdistan dağlarına uzanan bir yaşam hakikatidir. Olmaz yoktur kitabında, herkesin çok sevdiği korkusuz bir yoldaştır. En fakir ev onun evidir. O her zaman en fakir evin konuğudur. Yurtsever analar Akif'i çok severdi. Soğukkanlı ve sakin, işini kimseye bırakmayan mütevazi Akif, halkçı ve öncü Akif... Dost, düşman herkesi etrafında toplayan Akif.. Düşman yok etmek için, halk yaşatmak için Akif yoldaş'ın etrafında bir kez daha toplanıyor.
Akif yoldaş ölümsüzleşiyor. Anası gibi sevdiği Kürdistan toprağıyla bedeni buluştuğu gün anasıyla da buluşuyor AKİF yoldaş.. Kürdistan toprağı kucağını kızıl bayraklar içinde olan anası ve Akif için açıyor ve hem anası, hem Kürdistan şehidini bağrına basıyor.
Mazlum Ekin
Munzurlardan aldığı kara haberle Cilo kara bulutları bağladı yine efkarlı başına. Bunca yıldır inançla fedakarlıkla Onu koruyan melek ruhlu savaşçısı Munzurlara doğru yola düşmüştü. Ve daha Munzurları tanımadan, gözelerin kutsal suyundan içmeden, Cilo’yla yıllardır kurduğu dostluğu Munzurlara anlatmadan ve aynı dostluğu Munzurlarla kuramadan şahadete ulaşmış. Şimdi ne yapsın Cilo. Tanrıçalardan bu yana tarihin en güzel insanlarına mesken olmuş. Ama onca acılara da, tarihin en kanlı kavgalarına tanıklık etmiş. Bu yüzden bir yandan çok sağlam ve direngendir ama bir yandan hep hüzünlüdür Cilo, başı kara bulutludur hep. Eteğinde yaşayanlar Reşko derlermiş ona. Esmer teninden dolayı değil, başına bağladığı kara bulutlardan dolayı. Bulutlar hüznüdür Cilo’nun, O adeta başka topraklar güneşi görsün diye kara bulutları üzerine çeker.
Kimileri Cizreli olduğu için Çekdar Cizre diye anar Onu, Cilo’da çok kaldığı için Çekdar Cilo diyenlerde vardır. Ama bu adlardan hangisi ile anılsa da ‘hangi Çekdar’ denilir yine de. Herkesin benimsediği asıl adı Çekdar Melek’tir Onun. Herkes onu böyle tanır. Cizre’nin melek ruhlu dürüst oğlu, Cilo’nun fedakar savaşçısı, koruyucu meleğidir O.
Gerillada bir gelenektir, birine bir şey yakıştırıldığında, bu Onun özüne uygunsa, artık bu nasıl olduğu anlaşılmadan herkese ve her yere yayılır. Herkesin ortak ifadesi olur. Çekdar’a melek tabirini ilk kim yakıştırmıştır bilmiyorum. Kim ilk önce onun bir melek olduğunu keşfetmiş bilinmez, ama herkes bunu benimsemiştir. Onun kişilik duruşu ancak melek özellikleriyle ifade edilebilir. Melek saflığın ifadesidir,dürüst, sözünden çıkmayan, en özde ve temiz duygularla bağlı ve görevlerine sadık olmayı özelliklerini ifade ediyor. İnsan özelliği olarak melek ruhlu olmak, uygarlığın bencil duygularında kirlenmemiş özden, içten, dürüst insanlığın ifadesi. Buradan bakınca belki de melek tanımı da tanrıça kültüründen kalan bir gelenektir. Toplumuna özden bağlı ve hizmet eden herkes kadın veya erkek o toplumun melekleridir. Meleklik için bir nevi yarı tanrılıktır diyebiliriz belki de. Kendini tanrı ilan eden erkek iktidarlaşan erkektir çünkü. Yarı tanrı yada melek ruhlu erkek Tanrı kadar güçlü ama insanlık özünden kopmamıştır.
Çekdar yoldaş, ana tanrıçanın doğal toplumundaki erkekte somutlaşan meleğin saflığının, ateşi insandan çalanlara karşı savaş açan Prometheus’un hala yaşayan ruhunun örneğidir. Uygarlık tarihi boyunca bu özgür ruh her gün ölüm sınavlarından geçirilse de ölmemeyi başaracak kadar dirençli olmuştur. Ve bugün Çekdarlar’da nefes almaktadır. Çekdar yoldaş doğal toplumun ve tanrıça kültürünün beşiği olan Botan’ın hala özünü koruyan insan hakikatinin temsilcisidir. Çekdar yoldaşla melek bir imge olmadan çıkmış, yaşamın içinde bir karakterdir. Prometheus Kaf dağından inmiş, ateşi tekrar insanlara taşımak için mücadelesine kaldığı yerden devam etmektedir.
Çekdar yoldaş deyince ilk akla gelen saygıdır. Etrafına insanlara, yaşama, kavgaya saygı. Saygıyla dinler ve anlamaya çalışır. Tüm işlerini saygıyla yürütür ve insanları büyük bir saygıyla severdi. Bir melek saygınlığıyla yaşardı. Yaşam saygısıydı belki de onda dile gelen. Saygı kadar sevgi ile bakardı hayata. İşlerini severek yapardı. Bu yüzden kolay hata yapmaz, işinde eksik yetersizlik bırakmaz, büyük bir ciddiyet ve hassasiyetle, en güzel en başarılı bir şekilde tüm görevlerin ve zorlukların üstesinden gelirdi. Ve bir melek saygınlığıyla sevilirdi tüm herkes tarafından. Tüm yoldaşlarına ince bir ruhla bağlıydı. Onun ruhunun inceliğini fark edenler şaşırırlardı bir erkek nasıl bu kadar ince ruhlu olabilir diye. O uygarlığa teslim olmayan erkeğin temsilcisiydi. Uygarlığın erkeğe yakıştırdığı kabalıklardan olduğu kadar, bencillikten kurnazlıktan uzak bir insandı. Yaşama karşı dürüst ve açık olduğu kadar tüm insanlara karşı da büyük bir dürüstlükle açık yaklaşırdı. Bu nedenle kimse ondan rahatsız olmaz, ona saygı duymaktan kendini alamazdı. Tanrıçaların mekanı Botan’ın çocuğu olması melek özünün kökenlerini ifade ederken, Cilo’da pratik yürütmesi de melek özüne denk geliyordu, özgürlük adına verdiği mücadelede melek özü daha da kökleşmiştir.
‘Çekdar yanımda olsun, başka kim gelirse gelsin fark etmez, ne görev olursa üzerinden geliriz’ diyordu bir komutan arkadaş, bir düzenleme esnasında. Çekdar yoldaşın ne kadar işinde sağlam, sonuç alıcı ve dürüst olduğunun en açık ifadesi budur sanırım. Çekdar yoldaşın orada olması her şeye yeterdi. Her işe yetişir, herkesi çalışmaya sevk eder ve pratiğin her türlü sorumluluğuna öncülük edebilirdi. Yorulmak, yılmak bilmeksizin sonuç alana kadar ama büyük bir sabır ve kararlılıkla çalışır hedefine ulaşırdı. Kendisine verilen her göreve büyük küçük, önemli önemsiz demez büyük bir ciddiyetle yaklaşır ve incelikle üzerinde dururdu. Sade ve kendi halindeydi bir yandan da, belki biraz da sessiz. Yeteneğine, gücüne, tecrübesine karşın bunları belli etmezdi. Şunu bilirim, şöyle yaptım gibi sözleri kimse ondan duymamıştır. Ama herkes Onun yaptıklarından ve yapabileceklerinden bahsederdi. Emeği Onun diliydi. Sözle değil emekle anlatırdı kendisini ve inandığı doğruları. Herkes onu, kendinden emin ve güvenli bir şekilde işlerinin üzerine gitmesiyle, emeğinin eserlerinden tanırdı. Onun olduğu yerlerde güven vardı, herkes Onun yanında olmak, Onunla çalışmak isterdi. Abartılı hiçbir yanı yoktu. Her şey kişiliğinde mütevaziliğin uyumundaydı.
Zagros arazisi sertliği hırçınlığıyla nam salmıştır. Onun inceliğini ve narinliğini ancak orada yaşayanlar bilir. Ve bu narin güzellik için her türlü zora zahmete ve acıya katlanırlar. Çekdar’da böyle bir Zagros gerillasıydı. Ruhunun incelikleri Zagros’un güzelliklerinde çiçek açandı. Cilo’nun çiçekleri nasıldır bilir misiniz? En asi uçurumlarda ve kayalarda kök salan asiliktedirler. Ve öyle narindirler ki hayran olmaktan kendinizi alamadığınız gibi dokunmaya da kıyamazsınız. İşte Cilo’da gerillacılık da böyle bir şeydir. En asi uçurumlarda kök salmaktır. Ama bir o kadarda ince ruhlu, moral dolu, dürüst, içten olunmazsa uçurumlarla baş edilemez. Çekdar yoldaş tam da böyle bir gerilla örneğidir. Cilo’nun karına, soğuğuna, yazın bile keskin rüzgarına, gökyüzüyle kavgalı uçurumlarına tutunarak yaşamın güzelliğini yaratmayı bildi. Cilo’da gerillacılık O asi dağla dost sırdaş olmaktır. Dağ yürekli olmaktır, onunla özdeşleşmektir. Sen Onu seversen Cilo’da sever seni ve korur. İşte böyle bir dostluktur Çekdar yoldaşın Cilo gerillacılığı.
Çekdar yoldaş, şimdi yıldızlar katına yükselmiş, gelmiş yerini Cilo’nun zirvesine en yakın yerden seçmiş, ve oradan gülümsüyor, Cilo’ya, Cilo’nun ve özgürlük hareketinin tüm melek ruhlu savaşçılarına. Cilo yıldızların dünyaya ve insanlara en yakın olduğu yerlerdendir. Zirvesinde yıldızlar sanki elini uzatsan tutacaksın gibi parlak, canlı ve yakındırlar. Cilo meleklerin diyarıdır ve melekler yıldızlardan gülümserler Ona, yıldızlardan korurlar Onu. Cilo’nun yamaçlarında yaşayan, özgürlük için savaşan bir melek ruhlu yoldaştı Çekdar. Şimdi, özünü aldığı tanrıçaların yıldızlardaki katına yükselmiş. Cilo’nun başı göklere karşı asi isyanını sürdürdükçe Çekdarların melek ruhu Cilo’yu korumaya, Cilo’da yaşamaya devam edecektir.
Emine ERCİYES
Soğuğun okşayıcı dokunuşlarına maruz kaldığımız, ıslak ve çamurlu bir günün ardından, bir ayrılık haberi daha yankılandı dağlarda. Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Bilmem ki bu mevsime ayrılığı reva gören kim? Neden hep payına düşen ağlamak olur bu ayın? Soranı çok bu sorunun. Cevabına ulaşan ise hala belirsiz. Bir belirsizliğin soğuk ve ıslak bakışlarıyla döşenmiş gibi…
Günlerdir yağıyor yağmur. Yorulmadan, bir an olsun duraksamadan, yüreğinde nice biriktirdiği öfkesini, belki de özlemlerini dökercesine… Ya çakan şimşekleri neye yormalı? Bir isyanın açı çığlığı mı yoksa… Başka bir ihtimal yoktu. Böylesine korkutucu ve öfke dolu olması bundandı. Bundandı, dolunaylı bir zaman diliminden geçmemize rağmen, yer yüzünün zifiri karanlıklara mahkum olması boşuna değil. Bir de hırçın, deli taylar gibi koşturan rüzgar var. Dalında kalmış, yağan yağmurun tüm şiddetine rağmen düşmeyip, direniş içinde olan her bir yaprağı döken rüzgar. Çoğu henüz sararmamış, düşecek zamanı gelmemiş yaprağın katili rüzgar. Bu gece düşmanımdır rüzgar. Kim ne derse desin, yağmura karıştı göz yaşı…
Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Islak, çamurlu ve şimşek çakmalarıyla dolu. Günler öyle yorgundu ki, gece ile gündüz bir birine karışmış gibi. Bugün bir başka karanlık. Bu gece bir başka ıslak. Akşamdı, akşam gece vaktine eviriliyordu. Zamanın bu kaos aralığında, yakaladı gülüşlerimizi şiddetli bir fırtına. Sarsıntısıyla irkildi bedenlerimiz. Yüreklerimizse, şimşek çarpmışçasına yangın yeri.
Henüz dün açmıştım albümü, bir bir dokunmuştum bakışlarına her bir resmin. Bir süredir yüzüne bakamadığım, çantamın bir yerinde saklı tuttuğum, nice anımın saklı olduğu albümün. Nedendir bilmem, şiddetle yağan yağmur ve çakan şimşek sesleri yöneltmişti beni. Dokunurken hafiften titreyen ellerime hakim olamamış, bir eylemin saldırı grubundaymış gibi, tüm cesaretimi toparlayarak dalmıştım anı denizine. Neleri göreceğimi bilsem de, bir korkunun soğuk ürpertisiydi bedenimde dolanan. Bilirim; sevginin, özlemin ve umudun bakışlarıdır karşıma çıkacak olan. Ama yağan yağmurun toprağı ıslatması gibi, her bir resminle yüzleştiğimde ıslandı gözlerim, ürperdi tenim, diken diken oldu tüylerim. Bir özlemin ağır baskısıydı belki de. Ya da… Bilmiyorum işte! Hüzünlenmiş, hüznüm dışa akmıştı.
Şimdi mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Günlerdense ıslak, çamurlu, rüzgarlı ve şimşek çakmalarıyla dolu bir gün… Takvimler dolunaylı bir zaman dilimi diyor ama zifiridir yer ve gök. Zamanın kaos aralığında geldi haberin. Ağır yaralı kurtulduğun eylemden, günler sonrasında ölümsüzler kervanına karışmışsın. Tutamadım gözyaşlarımı. Gözlerim engel olamadı yüreğime dayanmış duygu seline. Bilirsin, gözlerim asidir, söz geçiremedim. Usul usul indi, gözlerimden süzüldükçe gözyaşı taneleri, yüreğimin derinliklerine sessizce aktı gülüşün. Dayanılmaz bir acıyla, dışarda, yağan yağmurun altında buldum kendimi. Gözyaşıyla ıslandı bakışlarım. Yağmurla ıslandı bedenim. Yağmura karıştı gözyaşı, gözyaşımla ıslandı yağan yağmur.
Ne olur affet! Bilirim, istemezsin hiçbir yoldaşının gözlerinden yaşlar akmasını. Hep yürekten gülmelerle karşılanmak istersin. Bilge İnsan çok önceleri demişti; ‘Ağlamak kölelikten, gülmek ise özgürlükten gelir’ diye. Çaresizliğimin somut belirtisidir. Ne olur affet! Bu mevsim daha en başında ayrıksı durdu. Dolunaylı bir zaman dilimi ama gece karanlık, her yer zifiri. Buna rağmen yağan yağmurun altında, ayaklarım altında inleyen çamura bata çıka, çakan şimşeklerin aydınlattığı yolda yürüyorum. Yangın yeri olmuş yüreğimi serinletirim diye. Ya da…
Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Yakın bir zaman diliminde beyaza bürünecek buralar. Soğuk ve beyaz, ıslak ve beyaz, fırtına ve beyaz... Belki de güneş ve beyaz. Yüreğim yangın yeri olsa da şimdiden üşüyor bedenim. Soğuk ürpertiler sarmış tenimi. Nöbete tutulmuş bir hasta gibi, tir tir titremekte ellerim. Ama mevsimlerden sonbahar ve kasımın henüz başıydı. Bu anın gizemine ulaşmalıydım, yoksa sonrası bir lanetin yakın takibi olacaktı. Anda kendimi bulmalıydım. Islanan saçlarım, elbiselerim, tenim, gözlerim… Bir şeylerin benliğime yansıyan soğuk anımsamaları olarak iz bırakmamalıydı. Bundan belki de; ıslak, çamurlu, rüzgarlı ve şimşek çakmalarıyla dolu bu zaman dilimine inat, dolunaya dönüyorum yüzümü. Yineliyorum sözümü, tazeliyorum gülüşümü. Islak olan bakışlarımı, yağan yağmurun dokunuşuyla kutsuyorum.
Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Gecede şimşek çakmaları, yağmur, rüzgar ve çamur. Islak kalmasın diye bakışlarım, bu günümü not ediyorum anı defterime. Senli gülüşlerimi, özlemlerimi ve hayallerimi kutsuyor ve amaçlarımı büyütüyorum. Oluşturulacak özgür gülüşlü yarınlar için, gülüşünü baş ucuma alıp, yürümeye devam diyorum. Yolda yolcu olmanın hafif gururuyla biraz daha sıkı sarılıyorum çıkarsız ve yürekten gülüşüne. Ne de olsa, bin yıllardır ezilmiş bir halkı özgür yarınlara ulaştırma sözümüz var. Bu mücadelede bir an olsun tereddüt etmeden, gözlerini kırpmadan toprağa baş koyanlara sözümüz var. Özgür yaşam mücadelesinde her an kendisini yenileyen, kendisini yeniledikçe kendi beninin farkına varan ve kendisiyle yeni benler oluşturan dağlı çocuklara sözümüz var. Sözümüz var Önder Apo’ya, bu mücadelenin yaratıcısı ve bir halkın dirilticisi Bilge İnsana.
Sözüm var sana. Umutlarına, hayallerine, özlemlerine, sevdana… İşte bunun için, gülüşünü işliyorum bakışlarıma. Ki unutulmasın ve zamanın bu kaos aralığında kaybolmasın diye…
Şehit Demhat PEYAS(Deniz GEM) arkadaşın anısına…
Zerdeşt TOLHILDAN
Katoların fırtınalı bir gününde doğdu.
Öyle de yaşadı
Rojin!
Katoların asi,
Katoların esmer kızı
Rojin!
Hangi kalem anlatabilir ki
O fırtınalı yüreğin öyküsünü.
Yazılanlar sadece bir zerre.
Katolarda doğup
Katolarda savaşmaya başladı
O
Varoluşu özgürlükle
Özgürlüğü kavgayla
Hissetti.
Kavgayla büyüdü yüreği
Büyüdü sevgisi
Tanrıçalardan miras
Özgür yaşamı
Yine aynı topraklarda
Kavgasıyla yeşertti.
Katolardan tüm Botan’a
Zagros’a
Zagros’tan tüm Kürdistan’a
O
Dağ yürekli esmer kadın gerilla
Özgür yaşamın tohumlarını
Emekle, aşkla ekti.
Şimdi Zagroslarda Katolarda bir fırtına var
Zagroslarda bir rüzgar esiyor.
Rojin Esiyor
Rojin yaşıyor.
Tüm Kürdistan’da özgürlüğe susamış topraklarda
Her gün Rojin’ler doğuyor.
Yürüyor özgürlüğe,
Fırtınalı özgür yarınlar
Kızıl şafaklarla geliyor.
Rojin yaşıyor.
Hisset onu
Esen her yelde
Yaşa onu!
Unutma
Rojin Gevda savaştı bu günler için
En önde, hızla yürüdü.
Mesut Karataş
Diren TOLHILDAN(Emine ALTUN) Arkadaşın anısına…
Bilinmezliklerini söküp attım bugünümün. Gülüşünle kutsadım özlemlerimi ve biriken bulutlardan umut ettim; biraz yağmur yağsın diye.
Bilirim yağmasını seversin yağmurun. Yağarken yağmur, altında sırılsıklam oluncaya dek ıslanmayı. Bir de yürüyüş halindeyken bir başka duygular uyandırır yüreğinde. O yüreğin ki, özgür yarınlara sevdalı, yoldaşlarının hasretini nakşettiğin ve gülmekten, umut etmekten asla vazgeçmeyen…
Bilmedim, bilmek için bir çaba içine girmedim. Van’da, en soğuk günlerinde bile, yağan yağmurun tadına varmak için yüzünü Artos’a dönmüş ağır ağır yürümeni anlayamadım. Suspus olmuş, sessizliklere gömülmüş şehrin ıslak sokaklarında yürürken, utanır olmuştu sarı benizli lambalar. Herkes kaçarken, sığınacak bir yerler ararken, sen boşalan sokakların en orta yerinde gülen gözlerinle selam veriyordun damlalara. Damlaların tenine temasıyla rüzgarlar savrulurdu coşkunca biraz da sabırsız. Gölde açılan yarılmalara takılırdı bakışların, bakışlarında bin bir gülücük, bir de sol yanağında açılan gamzen.
Çok sonra, Artos kadar heybetli Erek kadar mağrur, Kürdistan’ımın diğer dağlarındaki buluşmamızda anlayacaktım ancak. Meğer ki birikmiş özlemlerinin dışa vurumuydu. Hasretliklerinin de akan yağmurların damlalarına karışmasını ve esen rüzgarın kanatlarında hasretini çektiğin nice olguya ulaşması içindi. Yağdıkça yağmur, Artos’un bakışlarıyla buluşur, Süphan’ın gölgesine sığınırdın. Bilirdin, dostundu onlar, yüreğinde yer edinmişti onun için.
Bir yerden başlanmalıydı. Henüz çocukken giriştiğin mücadelen olgunluk evresindeydi. Yurdunu seviyordun. Ama sevmenin yetmediğini de biliyordun. Yüce sevgini dağların kucaklayıcı, yürek ferahlatıcı ve güven aşılayıcı yanıyla birleştirmeliydin. Yaptığın buydu. Özlemlerin büyüktü, amaçların sonsuzdu. Amaçlarının kutsallığında, yaralı ülkenin, gülmesi bile yasaklanmış, oyunları elinden alınmış çocuklarına mutlu yarınlar sunacaktın. Ne de olsa çocuk olmak reva görülmemişti sana. Kendi farkına vardığın ilk andan itibaren, ülkenin yakılan bedenine su serpmek için kararlılıkla sarılmıştın mücadelenin gülen gözlerine.
Çok uzun sürmemiş, özlemini çektiğin, hasretini yağan yağmurların damlalarıyla buluşturduğun dağlara ulaşmak için yollara koyuldun. Yine yağmurluydu hava, ıslaktı şehir. Bu sefer hüzün vardı bakışlarında Artos’un. Süphan sessizliklere gömülmüşken, Erek yaşadığı son ayrılığını işliyordu not defterine. Bilincindeydin ve bir an önce ulaşmalıydın. Islaktı belki bakışlar ama kalıcı gülüşler işlensin diye bu topraklara, varmalıydın yüreğini yangın yerine döndüren diyarlara. Bir bir arşınlarken kara kaplı yolları, soluk benizli sınır taşları tanımadı ayakların. Kabullenemediğin buydu zaten. Çok önceden bedeni dört parça edilmiş bu toprakların yarası derindi. Bu yaraya merhem olmalıydı birileri. Kim diye sormadın kendine. Çünkü biliyordun, önce kendin baş koymalıydın bu mücadeleye ve yolculuğuna girişmeliydin özgür yarınların.
Çocuk umutlarınla ve hayallerinle, biriktirmiş olduğun nice özlemle ulaşmıştın dağlara. Dağlara sevdalı, özgürlük savaşçısı nice yürekle bir beden olup, öfkeni kustun. Elindeki kleşle düşmana kan kustururken, bakışlarındaki gülüşle, gözlerindeki kararlılıkla ve her an büyüyen özgür yaşam sevdanla yoldaşlarına yoldaş, dağlara sırdaş ve yağan yağmurlarla bir oldun.
Tesadüf müdür bilmem. Ama yine ıslak bakışlı bir günde uğurladık seni. Bir eylemin dönüşüydü, yağan yağmur damlaları derenin yüzeyinde halkalar oluştururken, dalgınlıklar içinde, hissetmiş gibi yağan yağmurla bir vedaya tutuşmuştun. Rüzgarlara yüreğinde biriktirdiğin nice söylenmemiş sözcüğü fısıldarken, yağmur daha hızlı yağıyordu, gökyüzü ağlar gibi gürlüyordu.. Hırçınlığı tutmuştu akan derenin. Bir isyan haliydi o an yaşanan. Yağmur, rüzgar ve akan derenin çığlığı… Hepsi bir olmuş haldeydi. Ama sen yine gülmeye devam ettin. Badem gözlerinden usul usul inen yaşların yağmurun damlalarına karışırken, özlemine alışamadığın yoldaşlarının silueti beliriyordu gözlerinin önünde.
Yaşadığı kayıplardan dolayı deliye dönen düşman güçleri, ellerinde ne kadar teknik varsa kullanmıştı o gün. Sizin direnişiniz karşısında biçare kalmış soysuzlar çareyi en çirkin, kalleşçe yöntemlerde aramışlardı. Çok geçmeden yağmur durmuş, biraz sonra olacakların haberini verir gibi esen rüzgar kesilmişti. Ama dere hala deli dalgalar savuruyordu sağına soluna. Ne geliyorsa önüne, savurup götürüyor, hiçbir şey bırakmıyordu arkasında.
Akan derenin haykırışları yayıldı tüm vadi boyunca. Gökyüzü suspus olmuştu. Yağmurdan ve rüzgardan eser yoktu. Bir acı çökmüştü dağların bağrına. Ama gülüyordu gözlerin, bakışlarında sonsuz bir huzur vardı. şimdi badem gözlerini işledim seyir defterime ve tüm hırçınlığıyla akan derenin akıntısında tazeliyorum hayallerimi. Her yağmur yağışında amaçlarımı büyütüyor, rüzgar esişinde senli özlemlerimi savuruyorum bu yaralı topraklara.
Akan derede
Göz yaşlarımın yansıması kaldı
Bir de
kucaklayamadığım nice sevda…
Sonra
uzaklaşmasına şahitlik etti bir çift göz
Özlemlerine,
gözyaşına
ve hırçınlığını ertelemiş
akan nehrin sessizliğine…
Bakma böyle dediklerime. Şimdi çok daha güçlüyüm. Anılarının aydınlığında açılan yolda yürümenin coşkunluğu ve kararlılığı var yüreğimde. Bir de sana ulaşacağım günün büyük heyecanı…
Zaman olur yağmaz yağmurlar
Zaman olur kesilir rüzgarlar
Zaman olur kurur dereler
Ama unutma
Unutulmayacak bir şey varsa
O da badem gözlerin
Yürekleri yangın yerine döndüren bakışların
Ve
Çocuk gülüşler büyüten mücadelendir…
Tüm yakıcılığıyla mücadele devam ediyor. Bu mücadelenin güzelliğine erişmiş nice onur ve özgürlük savaşçısını, yolumuza ışık oldukları için saygıyla anıyoruz. Mücadelelerinin takipçisi olacağımızın sözünü veriyoruz.
Zerdeşt TOLHILDAN
Yer suskun, gök eli koynunda ya dağlardan ne haber ola? Dağlarda boynunu bükmüş Agîrbaz mı der. Bakarda Agîrbaz’ın yürüyüşüne lal olurlar, sağırlığa vururlar kendilerini. Yer, gök dayanır mı? Ki dağlar için için kahrolmaz mı? Ki dövünmez mi delicesine? Zamana verip de vicdanını un gibi elemez mi yokluğunun acısıyla.
Kayıtlara geçer Varto doğumlu Oktay Çelik diye. Ama Agîrbaz Kortepe de doğar. Kortepe Diyarbakır da bir yerdir. O doğdu zaman ortalıkta fısıltı halinde dolaşan bir PKK ruhu vardır. Kemaller, Mazlumlar, Besêylerin özgürlük ruhu usul usul sarıyorken, özgürlüğün vuruşkanlığı ile ölümcül olan her şeye meydan okuyorlarken. Böylesi bir zaman da açar gözlerini dünyaya. Agîrbaz ölüm ile özgürlüğün artık Kürdistan topraklarında yollarını ayırdığı yıllarda doğar. Her şeyden habersiz ama bu fısıltıyı sezinler gibi. Sanki ömrünün bir yanına PKK’ nin yazgısı bulaşmış gibi.
Heval Agîrbaz doğduğu yerde büyümez. Muş da büyür. 9-10 yaşına kadar anne ve babası ile Muş-Varto da kalır. Çocukluğunun taze günlerini burada geçirir. Çocuk yüreği henüz göç yollarına alışkın değilken düşer Avrupa yollarına. Öyle ya ülkesi parça parça olanın yüreği de parça parça olur, öyküsü de parçalanır, yolları göçe sarar. Bir çocuk ise bir ömre sığmayacak denli şeyler toparlar içine. O da kısacık ömrüne çok şey sığdırdı.
Ailesi serpilen, canlı, kıpır kıpır olan güzel oğullarını okusun diye Almanya’ya gönderirler. Böylelikle bir fidan gibi taze ömründe Agîrbaz ağabeylerinin yanına gider. Heval Agîrbaz ele avuca sığmaz, ülkesinin güzel genci, anasının gözünün nuru, babasının umut demeti lakin Almanya da yaşamın yeni yeni yüzleriyle karşılaşır. Ve Almanya da okul okumaya başlar. Ama bir yandan da bir emek üreticisi olarak da çalışır. Kan davası meselesi yüzünde bir abisi de burada hapse düşer. Bu zamana kadar da okul okumaya devam eder. Ama okul içinde de yaşam suları keskin akmaktadır, sakin geçmemektedir.
11 Eylül saldırılarıyla bambaşka ama bildik bir hava eser okullarda. Üstün, görgülü Avrupa medeniyetini dıştan gelen yabancı, medeniyet dışı kalmışlar saldırmış gibi bir hava esmeye başlar. Yabancı olanlar ya en iyisinden benzeşmek ya da daha bir yabancılaşmak zorundaymış gibi kendilerini çemberin içinde hissederler. Adeta görmeyen kalmasın diye kapitalist modernite içinde yaşayanların ne kadar büyük ve üstün olduklarını. Bunun için yapılan bir saygı duruşuna okul içerisinde riyat etmeyen heval Agîrbaz okuldan atılır. Agîrbaz baş eğmenin, ruhun kalleşleşmesinden geçtiğini bilir gibi çocuk hissiyatıyla karşı durur. İçine girmediği çembere karşı içten bir direnç biler. Dimdik bakışlarını çevirir, üstüne üstene gelen galebeye.
O okuldan atıldıktan sonra başka bir okulda yeniden okumaya başlar. Heval Agîrbaz gençliğin basamaklarında çıkmaya henüz yeni yeni başlamışken oldukça keskin virajlarla karşılaşır. Ruhunda ki sesi anlamaya çalışır. Ama diğer bir yandan da durmadan emek verir, ihtiyaçlara göre kendinden istenen şeylere cevap olmaya çalışır. Ama ruhu özgürlüğe hasret, özlem biriktirir. Kendisi olmayı sezinlediği hava oralarda esmemektedir.
Kan davasından dolayı bir abisi hapse girdikten sonra okulu bırakmak zorunda kalır. Ve ağabeylerinin hesap işleriyle uğraşır. Güneş ülkesinin çocuğu olan Agîrbaz alın terinin ne anlama geldiğini solumuş bir gençtir. Gereklilikleri, zorunlulukları yudum yudum içmiş biridir. Anlar ve üstüne düşeni yapmaya çalışır. Bu süreç içerisinde market, fırın ve restoran gibi iş yerlerini işletir. Yaptığı bütün işlere o genç yaşına rağmen hakkını vermesini bilir.
Almanya da oturum hakları ellerinden alınana kadar bu böyle devam eder. Daha sonra İsviçre’ ye gider. O zaman da sonra gençlik faaliyetlerinde yer almaya başlar. PKK ile tanışması Avrupa gittikten sonra yurtsever olan abileri aracılığı olur. Kaldığı ortamlarda sadece Kürtlerle değil, İtalyan, Alman, Arnavut olan insanlarda arkadaşlıkları olur.
Partiyi tanımasında ve birçok şeyin içine girmesinde en büyük etken Önderliğin esaret altına alınması olayı olur. Yani komplo gerçekliğini öğrendikçe gerçeklikleri daha içten anlamaya başlar. Kabullenemeyeceği kadar ağır bir olay olarak kendi içinde değerlendirmeye başlar. Kendi deyimiyle de “bu temelde üzerine düşen sorumlulukları yerine getirme istemiyle 15 Şubat 2007 de partiye katılma kararı” alır.
Yüreği dağlara koşar. Ayakları dağlara yürür. Gözü artık dağda ki yeni doğan Agîrbaz’dadır. Kendini dağlara vurmayı düşlerken isim arayışına girer. Oktay’ın adı ne olacaktı. Ne olmak istiyorsa ona denk bir ismi olmalıydı. Ve ismine göre olmalıydı. Nasıl ki yiğit insan sözüne göre bir insan olmalıysa. Bir gerilla da adına göre olmalıdır. Adını aldığı şehide göre olmalıdır. Adını aldığı anlamı yaşamalı ve yaşatmalıdır.
Agîrbaz için gerilla olmak özgürlüğe doğru kanatlanmak demektir. Artık yüreği ferahlar, tertemiz bir havayı solur gibi dağları çeker içine. Ve gerillacılığın yollarına koyulur.
Dağlara doğru yollanırken en başta düşlerine ve en özelde de kendi kişiliğine göre bir isim arar. Adını Agir koyar. Oktay’ın ismi artık ‘ateş’tir. Kendini yeniden tanımlarken en başta ateş ile tanımlar. Ve soyadı ise Baz. Yani ‘şahin’. Ve yeni savaşçılar kampına ilk geldiğinde, o zaman yönetimlerinden olan bir arkadaş O’nu şöyle tanımlar:
“Adı gibiydi dersem en iyi değerlendirmeyi yapmış olurum. Doğru değerlendirme ancak böyle olur. Genç bir arkadaştı. Jehati idi. Yerinde durmazdı hareketli bir arkadaştı. Hep enerjikti diğer türlü yapamıyordu. Moralli idi. Yerinde durmadan yapamazdı. Yani ateş gibiydi. Yeni katıldığı zaman biz sorduk adın neydi diye dedi adım Agîr. Sonra yaşam içerisinde biz biraz takip ettik. katılımında, alıp-vermesinde, oturup-kalkmasında, arkadaşların arasına gidip gelmesinde, yaptığı herhangi bir çalışmada. Yani yerinde durmuyordu, o kadar enerjik biri idi. Dinamikti, canlıydı. Gerçekten de tam adına göre idi. Gerçekten de özellikleri şehit Agîr’in ki gibi idi. Gerçekten özellikleri ile şehit Agîr Baz gibi idi.
Baz, teyren bazı düşündüğümüzde de hareketimiz de toplumda da aynı zaman da askeri sistem içinde de şahin denildiği zaman başarıya doğru yürümek gelir akla. Savaşta başarıyı esas almak ve elde etmek demektir. Zafere ulaşmak demektir. Savaş meydanında düşmanını yenmek demektir. Şahin savaş taktiği sembolüdür. Hedefini iyi tespit eder, her şeyi hesap eder. Uzun süre düşmanın takip eder sonra süzülerek bir vuruşta avını ele geçirir. Soy adı da bu idi.”
Ama heval Agîrbaz için yoğunlaşma sürmektedir. İlerleyen zaman içerisinde adıyla soyadını birleştirir tek bir isim halin getirir. Artık adı Agîrbaz’dır. Bir süre içerisinde belli bir askeri ve ideolojik eğitim görüp savaş meydanlarına gitme ateşi ile yanıp tutuşmaya başlar. En önlerde yer almalıdır. Bunun için Nurhakları düşünmek; arayışları için bir bade gibidir. Uzun karanlık gecelerin ardından doğan aydınlıkla yavaş yavaş esen badısaba gibi dokunur düşlerine zorlu yerlerde gerillacılık yapmak istemi. Bir gerillanın ancak zorlu yerlerde ve alanlarda kalırsa kendini yapılandırabileceğinin farkındadır. Ruhun da savaşta şahin gibi yücelerde bulunma tutkusu giderek artmaya başlar.
Ve böylelikle savaşın içinde pişmiş bir gerçek olmaktan da öte hakikatin yolu ve eri olan Ahmet Rapolara denk bir yaşam heval Agîrbaz’ı kendi benliği ile buluşturmaya başlar. Adını Agîrbaz Rapo yapar. Artık O Ahmet Rapoların yolunda yürüyecektir. Bu yolda yürümek değildir tek hedefi bu yolun hakikatini sevdalanır. Bilir ki Önder Apo’nun dediği gibi “hakikatsiz gerçeklik uyuyan gerçekliktir. Uyuyan gerçekliğin sorunu yoktur. Hakikat uykuda ki gerçekliğin uyandırılmış halidir. ”
Agîrbaz artık bir tek PKK gerçekliğini değil PKK hakikatinin hırkasını giymek ister. Bunun içinde kendisinin de ateşlerde yanması gerektiğini, şahin gibi kanatlanması gerektiğinin farkındadır. Ruhu hakileşmede kendine siperler açar. Bu mevzide kendini savunmaya çekerken yollar büyür önünde. Dağ da olmak her ne kadar gerçek ise O’nun için, hakikatini sırtlamak da O kadar önemlidir O’nun için.
Tüm bunların O’na yüklediği sorumluluk bilinci ile eğitime oldukça önem verir. Kendini eğitme arayışları kadar, güçlü bir askeri eğitimden de geçme yoğunlaşmaları ve önerileri olur. Bunun için katıldığı eylemlerde çıkarttığı bütün sonuçları iğne başı kadar da olsa anlamaya çalışır. . Çünkü gittiği bir diğer eylemde daha iyi olması gerektiğini bilir. Çünkü Rapolara yaraşır, yakışır olmak gerekir. Yanında ki arkadaşlar ile sürekli olarak bunları paylaşmaya çalışır. Ve bu paylaşımları ile etrafında ki yoldaşlarına güç veren birisiydi.
Ahmet Rapo’nun en belirgin özelliği fedakâr, cesur, atik, korkusuz ve yoldaşlığına sınırsız bir bağlılığı olan komutan olmasıdır. Ahmed Rapo bir destandır. Koçer’dir. PKK’ ye tutkundur. PKK değerlerini korumak için yenmeyeceği düşman birliği ve gücü olmayan bir komutandır. Çekincesiz, sakıncasız kendini müthiş adamış bir benlik ve yürektir O. 35 defa yaralanır. Önder Apo O’nun için “sen hiçbir zaman düşmanın güllesi ile şehit düşmeyeceksin” der. Düşmanı ruhunda yenmenin ötesinde tarzda da taktikte de yenmiş fedai bir komutandır. Hakikattir. Yaşanmış gerçekliğin ötesine de geçen mittir, PKK de yiğitliğin imgesidir yaşamıyla.
Ve O Önder Apo’nun dediği gibi bir cephane çekimi sırasında tam netleştirilemeyen bir olay ile şahadete ulaşır. Ve şahadeti ailesine ulaştığında erkek kardeşi “Önder Apo’nun başı sağ olsun ”der. Elbette ki böylesi bir destanın yolunda yürümek kolay değildir. Bu büyüleyici destanı yüreğinin içinde görür ve yaşar heval Agîrbaz. Gayri bundan başkası haramdır Agîrbaz Rapo’ya.
Yeni savaşçılar eğitimi gördükten sonra Xaxurkê ve Goşine taraflarında kalır. Şehit Şerif Taburunda kaldığı süre içerisinde yaşanan geri ve klasik sorunlardan kaynaklı hep bir iç sorgulamayı yaşar. Belli bir bilinç düzeyi olsa da ilk gördüğü yetmezlikler karşısında arayışları daha bir yoğunlaşır. Bir militanın nasıl olması gerektiği noktasında taviz koparmak isteyenlere karşı mücadele etme yöntemlerinde arayışları geliştiği gibi zorlanmaları da olur. Sonrasında üst üste gelişen sorunlar ile tabur da kaçışa varan sorunlar yaşanır. İyi gözlemleyen, gerçek anlamda eleştirebilen bir güce sahip olan Agîrbaz yoldaş tekleştirilmesi karşısında yapacağı örgütsel eleştirileri zamana bırakır. Ve bu sorunları bildirmek için örgüte yazdığı bir raporu olmasına rağmen nasıl olsa yerine ulaştırılmayacağı kaygısı ile göndermez. Ama Agîrbaz yoldaş bu içine düştüğü durumu açık yüreklilikle dile getirmekten ve her zaman özeleştirisini vermekten çekinmeyen bir yoldaştır. “Militanlık görevimi yerine getiremediğimden dolayı Partimize özeleştirimi veriyorum” diyerek nasıl bir yürüyüş sahibi olması gerektiğini bilen bir militandır.
Örgüt ortamı geri kişilikle, karakterle; Apocu kişiliğin ve karakterin karşı karşıya geldiği bir ortamdı aynı zamanda. Kişiliklerimiz de ya geri kişiliğe prim vereceğiz ya da sonuna kadar sorumlu davranıp mücadele ederek, kendimizi eğiterek Apocu kişiliğe ulaşacağızdır. Birçok zaman yaşamımızda gelişen partileşme sorunlarıyla aslında bu noktada kişiliklerimiz de bir sınavdan geçiyordur. Saç üzerine serilen hamurun ateşte pişmeyince kadar yenilmeyeceğini iyi biliyordu. Ekmeğin pişmesi için ateş lazımdı. Ve O’nun idrakinde, gayretinde, çabasında hiçbir zaman bu ateş eksilmedi. Ve özenle açılıp sel üzerine atılan hamur yanmadan pişemezdi. Yanmadan yenilemezdi. Pişmeden ekmek olamazdı.
Bundan dolayı da “coşkulu yaşam ilkesini esas alacağım” diyerek hiçbir zaman ruhunun efsunundan taviz vermemeyi bilmiştir. “Yaşam üzerine daha iyi yoğunlaşarak bunu aşacağım” diyerek kendini bir köşeye vermeye, kendi içinde kalmaya karşı meydan okumuştur. O’nun için özeleştirinin en iyi verileceği yer pratiğin kendisidir. Başarılı pratiğin kendisidir. En zorlu olan en fazla emek, çaba, fedakârlık gerektiren yerde yeşermeyi bilmenin kendisidir. Pratik gerçekleşmektir, kendini gerçekleştirene en çok saygının duyulduğu bir mekândaydı. Bunu bilincine iyi kazımış ve fark etmişti. Zaten kendine saygılı olmakta bundan geçiyordu.
Avrupa’dan dağlara uzanan bu yürüyüş en son gittiği alan olan Zağroslara kadar sürdü. Zağrosların en önemli taburun da yerini alır. Geliye Zap alanında üstlenen bir taburdu. Nitelik olarak farklı bir tabur olmanın ötesinde düşmana nefes aldırtmayan bir taburdur aynı zamanda.
Agîrbaz hayallerinin ateşinde ısınırdı bu taburda. Ondandı yerinde duramazlığı, gece demeden gündüz demeden yük taşıdığımız zamanlarda gayretinden, şen kahkahasından, esprilerinden, yük altında bile yürek dolusu gülüşünden hiç taviz vermedi. Hiç eksik etmedi alevini de heyecanını da. Yıl boyu oldukça zorlu görevleri üstlenmişlerdi. Birçok arkadaş gibi kendisi de gerillacılığın sinesine yaslamıştı başını. Uçarı bir mutluluğu vardı, konuşkandı. İnsana çabuk yaklaşan tabiatı belirgindi.
Ş. Çiçek Devrimci Operasyonu gibi bir eylemde en sıcak yerler de rol üstlenmiş ve bu rolün gerekliliklerine göre bir kişilikte olmayı başarmış bir militandı.
Ama o gece yer demir gök bakırdı. Her şey susmuştu. Bir tek direniş ve her şeye rağmen teslim olmamanın ruhu konuşmuştu. Ama yer demir gök bakırdı. Taşlar inliyor toprak serzenişte idi. Ama o gece yer demir gök bakırdı. Aydınlık yutulmuş karanlık kükremişti. Lanet zapt edilmezmiş gibi yorar durur kendini. Yine de nafile nasıl yaşadılarsa o ruha denk bedenleri düştü toprağa.
Yer sussa da gök çaresizliği ile dağlansa da dağlar koynunu açar yine bizlere; yüreğimdedir der benliğimdedir der Agîrbaz. Agîrbaz’ın gülüşü, teri, şen kahkahası ve ve de dökülen kanı eteğimdedir der. Agîrbaz ülkesinin özgürleşmesi için feda olan bir yangın yelidir der. Isınmak için ateşinde almak isterseniz ben buradayım der.
Nupelda Engin
Ardıç yaprakları yemyeşil, kayalıklarda boy atmış, boy dediysem, insan boyunu geçmez. Etrafı beyaz kar bürümüş ardıç, yalnız yapayalnız ama yaprakları yeşil. Yemyeşil yapraklı. Kim bilir kökleri kaç koldan ve kaç kaya yarığından toprağı, belki de dünyayı sarmış, biliyorum, güzel ardıç. Biliyorum. En az asırlıktır ömrün. Kaç kere kesildi sürgünlerini biliyorum. Ama sen bilirsin, hafızan zayıf değil benimkisi gibi, kaç kuş yuva kurdu dallarına. Kaç yalnız kış geçirdin, kaç pezkuwi yanında geçti, kaç keklik gölgene sığındı. Bilemem. Kaç çoban karşında durup bılur çaldı, kaç Berivan sana baktı, kaç gerilla yumuşak dallarına dokundu. Kaç gözde hangi sevince, kaç beyinde hangi düşünceye yol açtın.
Kim bilir! Kim bilir belki de Nerwehli o küçük gerillayı da tanıdın. Hani 89 yılında, daha on iki yaşlarında, kendini dağlara vurup gerilla olan, 92’de Haftanin’de elinde silah mevziden mevziiye koşan Kato’yu. Boyu daha uzamamış, fazla kilosu olmayan, sarışın yeşil mi, mavi mi gözlü Kato’yu hatırladın mı (?) diyeceğim diyemem çünkü unutan biz insanlarız. Bir ağaç hele hele senin gibi bir ardıç için unutmak var mı ki! Biliyorum yaşadığın duyduğun tanık olduğun her şeyi varlığına şifreliyorsun. Ama ben bir insanım, dilini anlamakta zorlanıyorum. Anlama kabiliyetim çok zayıflamış. Bazen kendimi belleksiz hissediyorum, koca bir boşluk gelip içime kuruluyor, bomboş gözlerle bakmış gibi yapıyorum. Bunu da isteyerek yapmıyorum. Böyle oluyor işte ve senin yanında küçüldükçe küçülüyorum. Bunu kabul etmiyorsun biliyorum. Nasıl kabul edersin ki!
Bana, Kato der gibisin. Hatırlatırcasına 92 yılında manga komutanı olmuş. Daha bir çocukmuş, çocukluğunu yaşamak istermiş ama ne yaparsın düşman acımasız, düşman vahşiymiş. Dünyayı arkasına alan düşman aç kurtlar gibi daha sivil elbiseli, yaralı çocuk demeden herkesi katlediyormuş, silah kuşanmak son ve tek çareymiş.
Yaşını unutmuş Kato, on yedisinde yüzündeki sarı tüyler daha sakala bıyığa dönmemişken tığ gibi, filinta gibi, fişeng gibi bir delikanlıymış. Düşman canavarı bir yoldaşımı vurduğunda uyumaz, duramaz, durdurulamaz olurmuş! Yoldaşının ne silahını ne de kanını yerde bırakmazmış. Daha çocuk yaşta bile, şehit düşmüş yoldaşım kurşun yağmuru altında ulaşıp BKC’sini de getirmemiş ve birkaç düşmanı vurmamış mıydı? Hem de kendi inisiyatifi ile tek başına.
Seni duymuyorum ardıç ağacım. Ama tuhaf bir şey oluyor bana, içim sesle doluyor. Belki de Kato bu savaşçılığın mayasını bölük komutanı olan Rojhatê Bluzerî’den aldı, demek istiyorsun. Yiğit komutanın yiğit savaşçısı, kim bilir nasıl da yoldaştılar!
Hacı Musa’yı da gördü tanıdı o biliyorum, Batı Kürdistanlı o ufak tefek, o civa gibi, o kabına sığmaz, inatçı, atılgan Hacı Musa! O da komutanlığı en iyi özümseyenlerden biriydi. Tıpkı Rojhat gibi. Eylemden eyleme koşardı. En önde hep saldırıda ilk bombayı ilk onun kurşunuyla devrilirdi düşman, panik yok, yılgınlık yok, yenilgi yok, geri durmak yok, hedeften sekmek yok, bombaların ard arda patlayışları, roket sesleri gülüşlerini bastıramazdı. Tıpkı senin gibi, tıpı Kato gibi.
Kato, Şehit Rojhat Bluzeri yoldaşın bölüğünde manga komutanı iken gittiği bir eylemde kol komutanıdır. Alnının soluna denk gelen bir kurşun kulağının üstünden deriyi parçalayarak ağır şekilde yaralanmasına yol açar. Damarları kopar, kan zapt edilemez, damarlarında zor duran kan bu yara nedeniyle tüm müdahalelere rağmen zapt edilemez. Kato yoldaşın sol eli ve ayağı hareketsiz kalır. Konuşamaz.
Senin yaprakların farklı bir tonunu andıran gözleri ıslansa da hayat doludur. Gecenin onunda parlıyor gözleri. Botan’ın yiğit Kürt kızı, Botan’ın aranan komutanı, Botan’ın ceylanı Şehit Zelal’de oradadır. Zelal yoldaş bu yaşı küçük yüreği büyük yoldaş bu yaşı küçük yüreği büyük komutanı kurtarmak için çırpınmaktadır. Yoldaşlarıyla birlikte Beruke'den taa Herekol’un zirvelerine kadar getirirler sırtlarında, Kato hala yaşıyor. Sarı yüzü daha bir sararmış solmuş.
Şafak çoktan sökmüş, yeni günün ışıkları bir kez daha doyasıya Kato’nun derya gözlerine dalmış. Ve öğlene doğru ayrılık vakti gelip çatmış. Vakit 13’ün bir yaz vaktiymiş, belki Temmuz belki Ağustos, Zelal yoldaşın gözleri ıslak ve gökten birkaç damla yeşil ardıç’ın üstüne düşmüş, ardıç’ın yaprakları zaten yaşmış! Yaşı büyük küçük ardıç, yaşı küçük büyük savaşçı zaten arkadaşmış, Zelal de onların Güzellik Kraliçesi imiş!
Ardıç güzel ardıcım. Seninkisi yeşil yapraklı bir yalnızlık çoğul sevdalar sığdırırsın, sevinçler, coşkular sığdırsın, umut sığdırırsın, yalnızlığına, yüceliğin, bilgeliğin bundan mı yoksa? Boydan boya yeşil ardıçlarla süslü o eski Herekol’u bodur boyuna ve yeşil yapraklarına şifrelenmişsin yoksa geleceği de mi görüyorsun? Ne! Geleceği içinde mi taşıyorsun?
Üzülme, doğa kendini yenileyecek, gün gelecek doğa kendini yenileyecek. O gün gelecek mi diyorsun? O halde o günler için, bu günlerin hatırına benden de bir hatıra kat koynuna, unutmalar, diyarına uğramasa da!
Ardıç'ım, güzel ardıç'ım. Nasıl oluyor anlamadım. Hiçbir yere gitmiyorsun. Ama tüm dünyayı gezen, gören, bilen gibisin. Konuşmuyorsun, suskunsun ama herkesi konuşturuyorsun. Beni konuşturuyorsun sanki içimde yeşermişsin gibi hissediyorum. Damarlarım damarların. Hiç gitmediğim, görmediğim halde beni Heşet köyüne götürüyorsun. Hani o Feqiye Teyran’ın gördüğü dolaştığı yerleri.
Şehit Zerdeşt Dersimi
Şehit Kadir Usta; Antakyalı. Bir Arap Alevisi. Bir PKK militanı. Tüm PKK militanlarının yoldaşı; benim ve Dr. Rubar’ınsa can yoldaşı. Yok yoldaş-can yoldaş diye bir ayrım yapmak istemiyorum, ama biz çok şey paylaştık. Biraz fark koysak yoldaşlarım alınmaz, biliyorum. Bilirdi benim bu türküyü çok sevdiğimi, ne zaman beni biraz yüzüm asık görse, hemen bu türküyü gözlerime bakarak, gözünün içi gülerek söylerdi. Sıcak demli çayı da unutmazdı, kendi elinden sunar ve herkesin elinden çay içilmez be Hayri derdi. Bilirdi bu türküyü onun sesinden, hele hele kendi elinden sunduğu demli çay eşliğinde dinleyince bütün sıkıntılarımdan uzaklaşacağımı. Dedim ya yaşam ustası, Kadir Usta.
Ona Usta derler bu dağlarda. Adı, Gayyaz Koyutürk. Kendisi Arap, adı Türk, hem de koyusundan. Buna hep gülerdi, bir anısında Önderliğin de bu isim meselesine çok güldüğünü anlatmıştı. Dedik ya bu dağlarda ona Usta derler. Gerillada ilk ismi kendin alırsın, ikincisini arkadaşlar koyar. Usta ismi de oradan geliyor. İsmi gibi bir çok şeye kadir Kadir Usta, bu kadirliğinden alıyor Usta’lığını.
Bir deyim var, yok söylemeyeceğim, anlatayım, siz tahmin edeceksiniz. Bazı insanlar vardır, bulundukları her ortamda, hiçbir şey yapmasalar, öyle dursalar bile hiç kimse onlarsız iş yapmaz, onlarsız karar almaz, onların bulundukları ortamlarda ciddi sorunlar yaşanmaz, yaşanan ufak tefek sorunlar da hemen hallolur.
Tahmin etmişsinizdir, “varlığı yeter”. Varlığı yeterdi Kadir Usta’nın. Varlığın yeterdi be Kadir Usta…
Dağ filozofu, yok yok dağlı filozof desek daha iyi olur sanki. İsim tamlaması ile yanlış anlaşılabilir, sıfat tamlaması yapalım. Bir filozof, dağda yaşayan bir filozof. Ayrıca doğa bilimcisi, veteriner, tıp doktoru.
Mücadele Arkadaşları
Geçen sene bugün PKK militanlığının en seçkin örneklerinden olan Zerdeşt Dersimi yani Ali Gezer yoldaşımızı bir eylemde kaybetmiştik. Yine 9 yıl önce yani 2003 yılının 17’isini 18’ine bağlayan ağustos’unda PKK militanlığının çok ileri düzeyinde başka bir seçkin örneği olan Erdal yani Engin Sincer yoldaşı bir kaza sonucu kaybetmiştik.
Birisi Elbistanlı birisi Pazarcıklı ve her ikisi de seçkin aydın, seçkin basıncı, seçkin savaşçı, seçkin yoldaş sevdalısı, seçkin mütevazilik abidesi, seçkin devrimci romantik ve de seçkin kararlı, inançlı, keskin PKK militanı.
Erdal yani Engin Sincer yoldaş benim çocukluk ve gençlik arkadaşım ve de militanlıkta yol arkadaşım, yoldaşım. Zerdeşt Dersimi ise yaklaşık 18 yıl boyunca tanıdığım, şurada ya da burada hep karşılaştığım ve her halükarda çok fazla sevdiğim ayrı bir yoldaşım.
Erdal yoldaşı yazmak isterken Zerdeşt yoldaşın da Erdal yoldaşla aynı günde şehit düştüğünü fark ediyorum. Tesadüf mü(?) bilemiyorum. Yaşamın kendisi tesadüflerle dolu…
Tam 9 yıl önce kaybettiğim bana sivil ve devrimci yaşamında en yakın durmuş olan yoldaşımı unutmam mümkün olmadığı gibi ilerleyen her yıl ona olan bağlılığım, duygularım, saygım ve de sevgim katlanarak artıyor. Çünkü her geçen yıl bu durum, beraberinde daha fazla ağır sorumluklar yüklüyor insana. Zamanında onun söylediği: “ Bir militan militanlığın gereklerini yapmalıdır” tespiti bu bağlamda her gün yeniden kendimi kendimizi sorgulayarak ne kadar militanlığın gereklerini yerine getiriyoruz(?)un cevabını istiyor. Bu ise hep yeniden, daha canlı bir şekilde Erdal’ı aramaya götürüyor.
Erdal ile yoldaşlık kolay olmadığını bir ara söylemiştim. “Erdal’la arkadaşlık onun gibi Golgatha tepesine çarmıhını Kudüs’ten sırtlayarak yukarıya tırmanmakla olur. Çarmıha gerdirilirken dahi gülümsemesinden bir şey yitirmeden ‘tanrım çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar, af et onları’ demesini söyleye bilmekle ancak Erdal’la arkadaş olunur. Aksisi ona tersliği ifade eder.
Şartlarımızda Golgatha’ya çıkmak devrimin tüm yüklerini –tüm sorunlara rağmen-taşımakla olur. Devrimle sonuna kadar yürümekle olur. Tüm zorluklara, inançsızlıklara, saldırılara, bireysel rahatsızlık ve hastalıklara, ayrı görüş ve duruşlara rağmen önderlik çizgisinde daha fazla kenetlenerek yürümekle Erdal’ın arkadaşı, dostu, akrabası ve yoldaşı olunabilir.
Başka da asla!” demiştim.
Evet, Erdal ile yoldaş olmak, çocukluk ve gençlik arkadaşı olmak daha farklı misyonlar yüklüyor insana. Öncelikli olarak böyle seçkin bir militanın yoldaşı olmak dediğim gibi çok fazla sorumluluklar yüklüyor. Ve bu sorumluluk onun yolunun iyi bir takipçisi olmayı emrediyor. Kimisinin yaptığı gibi seviyorum ama duruşu başka bir duruşla bu olmuyor.
“Seni seveceklerini söyleyecekler ama senin tarzından çalışmaya katılmayacaklar.
Seni sevdiklerini söyleyecekler ama ardından başka yaşam arayışlarına girecekler.
Seni sevdiklerini söyleyecekler ama militan çizgiye ve yaşama gelmeyecekler.
Seni sevdiklerini söyleyecekler ama senin gerillaya olan hayranlığından onlarda eser görmeyeceksin.
Seni sevdiklerini söyleyecekler ama her gün parti ve örgütü çekiştirecekler.
Seni sevdiklerini söyleyecekler ama o kadar ağır yükün altına senin tarzından elini koyarak çalışmayacaklar hatta tersinden köstek olacaklar.
Seni sevdiklerini söyleyecekler senden hep uzak olan o mızmız tarzını bırakmayacaklar.”
Evet, Erdal yoldaşa doğru bağlılığın nasıl olması gerektiğini ararken, ister istemez nasıl olunmazına da bakıyorum. Eksiklere düşmemek için, senin yoldaşlığına ihanet etmemek için ve tabii sana senin tarzından bağlı yaşayabilmek için bunu yapıyorum yoldaşım…
Erdal’la yoldaşlığı onun şahadet yıldönümünde tazelemeye çalışırken bu kez Erdal kadar olmasa bile Erdal’a olan yoldaşlığımda da az olmayan birde Zerdeşt yoldaşın sorumluluğu şimdi boynumuza kaldı. 1993 yılından başlayarak geçen sene yani 2011 yılının 18 ağustos’unda şehit düştüğü güne kadar hep benim için özel olan Zerdeşt’in sorumluluğu… dünya güzeli bir ana, dünyalar kadar değerli bir baba ve birde 29 temmuz 1993 şehit düşen mütevaziliğin sembolü Mizgin, Zerdeşt’in ablası Mizgin…
Zerdeşt yoldaşı: “Onu yıllardır tanıyan biri olarak, ona ilk günden bugüne kadar hep özenle yaklaşan biri olarak onun şahadeti çok derinden beni ve yoldaşlarını yaraladığını söylemek istiyorum. Giderek büyük adımlarla kendisini geliştiren Zerdeşt yoldaş böyle erkenden gitmemesi gerekirdi diye de hayıflanmadan edemiyor insan. Onun bu davaya katacakları her geçen gün daha fazlalaşıyordu. Partinin istediği bir militan çizgiye doğru hızla ilerliyor olması genel mücadele açısından da çok büyük bir kayıp olmuştur.” Bu ise ona yakın duranlar için yeniden daha fazla sorumluluklar demektir. Daha fazla çalışmak demektir. Daha fazla militanlaşmak demektir.
Eğer, doğru yoldaşlık gidenlerin inandıkları değerlerin iyi takipçisi olmak ise, o zaman yapmamız gereken onların yaptıklarını daha ileriye taşırmak olmalıdır. Onların yarım bıraktıklarını tamamlamak olmalıdır. Ve birde tabii ki onların boşluklarını doldurmak olmalıdır. Bu ise daha fazla ve güçlü bir disiplinle çalışmak demektir.
Hele tarih bize daha büyük devrimci hareketler için imkanlar sunmuşken, daha fazla iş yapma ortamı açmışken, inadına faşizmden daha fazla hesap isteme olanağı ortaya çıkmışken…
Evet, yeni bir 17-18 ağustos gününü günlerini yaşarken, Şehit Erdal ve Şehit Zerdeşt yoldaşlarımın bana, bize yükledikleri sorumluluklara daha fazla sarılacağıma, öncelikli olarak Erdal ve Zerdeşt yoldaşlarıma söz verirken, genel olarakta tüm özgürlük şehitlerine yeniden söz veriyorum.
Şehit Kurtay Faraşin yoldaşın: “Belki düşman bizi vurabilir ancak hiç kimse bize boyun eğdiremez, kimse bizden bunu bekleyemez” sözünün yanına birde Şehit Simko Serhildan yoldaşın: “Bize ölümü ve imhayı öğretmesinler, idamı ve yok oluşu öğretmesinler; biz onlara özgürlüğümüzü öğreteceğiz” diyerek inadına şehitlerimizin izinden yürümenin sözünü veriyorum.
Ve birde Şehit Zerdeşt Dersimi yoldaşın: “Bir çentik de biz atmalıyız bu kayalıklara” dediği gibi, bir çentikte biz atmalıyız ki; “Yüzyıllar, bin yıllar sonra bile sürülebilecek bir izde biz olmalıyız.”
Kasım Engin









