![]()
|
Çukurca’daydım dün gece, halaya durmuştu yıldızlar. Yedi tanesi gökyüzünde süzgün, yedi tanesi güleç, yedi tanesi umutlu ve onurlu. Utanarak baktım gözlerine, tek tek gülümsediler bana. Bir elvedaydı her şey, gece hüzünlü, gece çaresiz bir karartı içinde... Elimi uzattım, dokundum gidişlerine, gözlerimden usulca yedi damla yaş döküldü. Zordu, zorluydu gece. Tebessümüm acıydı, yürek elvermiyordu bu ayrılığa. Sabaha çıkmıyordu hiçbir şey, takılmış, tutulmuş bir zamanın en yitik anındaydık işte. Suskundu bütün ülkem, sessiz sedasız bir gidişe tanıktı insanlık. Utanacaktı düşman, ant olsun ki utanacaktı. Gökyüzü karardığında, aydınlığa muhtaç olduğunda tüm yürekler, işte o vakit utanacaktı tüm insanlık… Yedi özge cana kıymanın utancında boğulacaktı düşman.
Ama şimdi yüreğimde tarifi yapılmaz bir sızı var, orta yerinden kırılan bir zamanın içindeyiz. Peki özlem bu kadar erken yapışır mı yakasına insanın? Bu kadar yakıcı olur mu her gidiş?. Olmaz biliyorum, o Zagros yürekli kahramanlara bir elveda bile diyemeden yolcu etmek onları, henüz 14’lerin acısı dinmemişken yedi canı daha kaybetmek… İşte budur gidişlerindeki karşı konulmaz hüzne sebep, budur yüreklerde yeşerttiğimiz insanlık çiçeklerinin solmasına sebep…
Ölüm ne çirkin şeydir böyle, milyonların yüreğine bir canda milyon ateş düşürürken utanmaz mı bu? Utanmaz tabi, utanır mı hiç Azrail, Latif yoldaşım ona karşı olmamış mıydı kalkan? Düşman işbirlikçiliğinde ölümlere koşarken Azrail, o değimliydi canını siper eden, “canlı kalkan” olan, o değimliydi henüz 18 yaşında cihanın efendilerine başkaldıran. Gencecik bedeni ile durmuştu ölümlere, başı dikti, açık bir özgürlük, başkaldırış manifestosuydu onun kisi, kısa metrajlı bir ömre sığan dev bir mücadele. Ve Latif yoldaşın şahsında ilk şehidini veriyor insanlığa kalkan canlar, cihan ilk “canlı kalkan” şahadetine şahit oluyor. Şimdi savaşa karşı duran bütün diller sussun, susun ve bütün yürekler Latif yoldaşın yüzüne baksın. Eğer halen yürekler alınıp Zagros’a vurulmuyorsa, düşülmüyorsa ülkemin patika yollarına… O halde bütün diller lal olsun, tutmaz olsun tetiklere giden parmaklar…
Zilan bir yıldız oldu şimdi, asılı duruyor gökyüzünde, İştar’ın ardına takılıp gidiyor, gecenin kendi yarısında aydınlatıyor ülkemi. Yağarken üzerine bombalar, gülümsüyor o, gözlerinde görüyorum aksini İştar’ın ona sesleniyor… Halkımın gelini, halaya durmuş besbelli, ne korkar o ölümden, ne korkar zalim tanrılardan. Kocaman bir yüreği var onun emanet almış İştardan. Şimdi bakışlarında sessiz bir elveda, merasim havasında karışıyor tanrılara…
Zilan.. Tanrıçam; Sen bir sevdasın, uçurumlarda açan çiçek gibisin. Halkımın yüreğindeki narsı delen kardelensin sen. İsmin kadar onurlu, ismin kadar kahraman ve kutsal… Yüreğinden öpüyorum seni Zilan, ahtım olsun; geride bıraktığın tüm güzellikleri yaşatacağım, söz, selam olsun sana. Zagros şahidim olsun yaşatacağım seni yüce yüreklerde.
Şimdi yüreğimi mayınlıyorum, sınırların dikeni ellerime dolanmış kanatıyor içimi. Üstlerine yağan bombalar düşüyor aklıma, üşüyorum… Korkudan değil, ölüme duran yaşamların yitişinde üşüyorum. Bir yanımı Gabar’a diğer yanımı Zagros’a, sırtımı Cudi’ye veriyorum, bir dengbejin unutulmuş sesinde kürdün türküsünü söylüyorum. Usulca eğilip Dicle ile Fırat’ın kulağına fısıldıyorum; çağlayın dostlar, çağlayın bu gece, kulakları sağır edin, yedi canınıza kıymışlar, ne duruyorsunuz? Baksanıza Zap suyu nasılda kızıla kesmiş… Eğiliyor başları önlerine, gözleri birbirilerinin gözlerine değiyor ve utanıyorlar…
AGİT, LATİF, LEVENT, MAZLUM, SEYVAN, ŞAHO VE ZİLAN… İştar’la buluşuyor yedi güzel insan. Sözleşmişler bizden habersiz. Gece saklıyor onları, bildikleri tanıdıkları bir yerdeler sanki. Hepsi dizilmişler İştar’ın önünde, İştar’ın suratında ince bir tebessüm, usulca eğilip tek tek öpüyor hepsinin alnından. Zilan yoldaşla göz göze geliyorlar sonra, gözleri doluyor ikinsin de. “Ne çok özlemişim seni Zilan” diyor İştar. Latif hevale dönüyor bu sefer bir anne şefkati ile sarılıyor ona… Başkan Apo’yu soruyor güzel insanlara. Dönüyor yüzünü bütün yoldaşlar İştar’a, soruyor; Ne zaman özgürleşecek güneş? Lal oluyor İştar, gözlerinden akan yaşları silmeye çalışıyor çocuk acemiliğinde, başını çeviriyor öbür tarafa, susuyor…
Şimdi bende susuyorum, ayrılığın ince ve tiz sesi kulağımda. Gözlerimdeki yedi damlayı siliyorum, dönüyorum yüzümü İmralı’ya, güneşe selam duruyorum. Söz veriyorum güneşe; yedi yıldızın aydınlattığı milyonlar senin aydınlığında yıldızlaşana kadar koşacağım, Söz veriyorum düşmanın karanlığını senin aydınlığına boğana dek özgürlüğün ateşini yakacağım yüreğimde, Söz veriyorum güneşim; sen özgürleşmeden hayatı yaşadı saymayacağım, insanlık kazanmadan!! Tanrıya verecek hesabım olmayacak…
Söz veriyoruz…
Silah Arkadaşları
Değerli yoldaşımız Gulan (Filiz Yerlikaya ) arkadaşımızı 7 Haziran 2002 tarihinde önemli bir çalışma içerisinde hain bir komplo sonucu şahadete ulaştı.
Gulan arkadaş özgürlük mücadelesi içerisinde özelde uluslar arası komplo karşısında ideolojik, stratejik, ahlaki, siyasal ve örgütsel derinlik bakımından APO’cu çizgi de ideolojik mücadelesinin temsilciliğini en başarılı bir biçimde yerine getirmiştir. Hem yaşamsal hem de düşünsel anlamda uluslararası gericilik ile Önderlik arasındaki mücadelenin bilincinde olarak, Önderlik bağlılığının, dürüstlüğünün tüm özelliklerini kendisinde taşıyarak, Önderlikle yoldaş olmanın gerekliliklerini yaşamda ve savaşta yerine getirmeye çalışıyordu. Mücadele tarihimizin en kritik aşaması olan uluslararası komploya karşı fedaileşen hareketimizin ve halkımızın öncü militan gücünü göstermiştir.
Komployla hareketimiz arasındaki keskin mücadele çizgisinde Önderliği izleyen Gulan arkadaş, en zor süreçler de en ön saflarda yerini almıştır. Bu anlamda Ş. Gulan gerçeği, uluslar arası komplo ile hareketimiz arasındaki mücadele de Önderlik şahsında somutlaşan ve bir bütün olarak hareket ve halk düzeyinde Önderliğe bağlılığı ve Önderlik çizgisini uygulamanın timsali olmuştur. Bu bakımından, bizim için zorluğu tarif edilemez bir süreç olan ve süreç içerisinde Önderlik kadrosu ve yoldaşı olma yolunda sınandığımız bir dönemde, uluslararası komploya karşı ideolojik, siyasal ve örgütsel düzeyde doğru mücadeleyi vererek, tüm zorluklara rağmen Önderliğe yakınlaşmayı eylemi ve yaşamıyla gerçekleştirmiştir. Bu yönüyle, örgüt mücadelesinde ve çizgi savaşımında net olan, mücadelemizin büyük zorluklarla yarattığı değerlere doğru biçimde sahiplenen ve değerlerden asla kopmamayı esas alan bir yoldaş olmayı her zaman başarmıştır.
Kararlı duruşundaki ısrarı ile 8. kongrenin ardından 4. kadın kongresine katılımını sağladı. Böylesi bir ortamda acımasızca katledilmesini, ideolojiden, siyasetten, örgütten, süreçten ve uluslar arası komployla, hareketimiz arasındaki mücadeleden kopuk ele alamayız. Gulan arkadaşın ideolojik siyasal ve örgüt içi çizgi mücadelesindeki keskinliğini bilerek, bunun bilincine varıp kavramak ve özümsemek, bizleri süreci hem doğru anlamaya hem de Gulan arkadaşın anısına doğru sahiplenmeye, dolayısıyla onun gereklerini pratikte yerine getirmeye götürecektir. Bu bakımdan komplo gerçeğini onun iç ve dış güçleriyle saldırı yöntemlerini, uluslar arası komploya karşı PKK mücadelesini yerinde ve doğru anlamak gerekir.
Gulan arkadaş, gerillanın direniş mücadelesine en aktif katılan arkadaşlardan birisiydi. Topyekûn savaş ve saldırılar ortamında, Önderliğin bitmez tükenmez çabaları ve bu temelde gerillanın gösterdiği kahramanca direniş süreci içerisinde, amansız mücadelenin en zor ortamlarında yerini aldı. Kendine komutan diyen tasfiyeci çizgiyi dayatanlar karşısında mücadeleye sarılmanın militanı oldu. Bu anlamda uluslararası gericiliğe, APO’cu duruşun ve özgür kadının hiçbir biçimde yenilmeyeceğini ortaya koydu. Hiçbir zaman mücadeleden ve direnişten vazgeçmedi. Mücadelenin gelişimi karşısında, Önderlik çizgisinin militanlık yürüyüşünde her hangi bir ikirciklik yaşamadı. Gulan arkadaş 15 Şubat komploculuğuna karşı, örgütte ve halkta gelişen fedai eylemliliğinin temsilciliğini yaptı. O Önderliğin uluslararası komploya karşı bizi içine çekmek istediği militan çizginin en iyi temsilcilerinden birisiydi.
Gulan arkadaşa yöneltilen saldırı hareketimizin fedai çizgisine yöneltilen bir saldırıydı. Ve APO’culuğun özü olan fedailiğin tasfiyesini hedefliyordu. Diğer anlamda Gulan arkadaşa yöneltilen saldırı gerillanın yenilenmesine, yeni bir komuta tarzının gelişmesine, askerleşme de kadının özgürlük gelişimine yöneltilmiş bir saldırıdır. Gulan arkadaşın bu dönemde tutarlı bir pratik tutum sergilediği, bunu tüm zor koşullarda gösterdiği bilinen bir husustur. Kadın özgürlüğünü pratikte geliştiren, zayıf kadını red ederken, kadını güçlendirmeyi esas alan özgürlüğün, örgütlenme, bilinçlenme ve güçlenmeyle olacağına inanan ve bunu pratikleştiren çizginin sahibiydi.
4. kadın kongresinin “Özgür yaşamda ısrar ve açılım” kongresi olarak tanımlanmasına da öncülük ederek Gulan arkadaş netleşme, pratikleşme, açılım ve eyleme geçmenin en seçkin temsilcisiydi. Dolayısıyla Gulan arkadaşa yöneltilen saldırı özgür kadın hareketine onun 4. kongre ile ulaştığı netleşme ve açılım gerçeğine yöneltilmiş bir saldırı oluyor. Gulan arkadaşa yöneltilen saldırı özgür kadın hareketine yöneltilen bir saldırı anlamını taşıyor.
Gulan arkadaş bir kongre şehidi olarak her zaman anılacaktır. Şehit Gulan gerçekliği, kadın örgütlenmesinde ve kadın özgürlük çizgisinin geliştirilmesinde bizlere çok daha büyük sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluğun bilinciyle Gulan arkadaşı doğru bir biçimde anlayacak ve komplo gerçeği karşısında Gulanlaşarak yol alacağımızı bir kez daha belirtiyoruz.
Mücadele Arkadaşları
Amedin yiğit evladı Sait yoldaş Amedin Xançepek mahallesinde doğmuş, orada büyümüş. Heval Sait dürüst, bağlı ve içten arkadaşlığıyla, yüreği saf, korkusuz bir genç olarak tanınır, herkes tarafından sevilir ve sayılırdı. Kavgaları sevmezdi ancak arkadaşlarına zarar veren olsaydı, kayıtsızca kavganın ortasına atılır, ölümüne savaşırdı. Kimsenin ezilmesine dayanmaz, izin vermezdi, çünkü ezilmişliği iyi bilirdi.
Sait arkadaş fakir bir ailede yetiştiği için, emeğe, emekle yaşamaya anlam vererek yaşamasını bilen bir arkadaştı. Boş zamanlarını kendisine harcamaz, arkadaşların yardımına koşar, gün boyu onlarla dolaşır, onlara destek olurdu. Arkadaşlığa bağlılığı kusursuzdu. İyi ve kötüyü erken ayrıştırabiliyor, sistem karşısında yaşadığı çelişkileri yoğun yaşayıp, yaşamında gereken yol ayrımını bu çelişki ve tepki üzerinden temellendirerek mücadele saflarına katılmıştır. Sistemin çirkin gerçekliği, onun mücadele kararı ve hırsını güçlendiren temel bir etken olmuştur.
Sur kentli yoldaşım güney sahasında her ne kadar yorulmaksızın çalışmalara katılsa da, katılım düzeyi ile yetinmezdi. O, savaşın sıcak sahası olan Kuzey topraklarında yoldaşlarıyla omuz omuza savaşarak, yüreğini kavuran mücadele tutkusunu bir nebzede olsa hafifletmek istiyordu. Zor olan her zaman onun tercihi olmuştur. Görevlerde en ağır yükü kendisi kaldırır, Yürüyüşlerde ise önde yürürdü. Zor veya tehlikeli olanı yoldaşına bırakmaz kendisi üslenirdi.Yani fedakarlığı emekçiliği ve soğukkanlılığı ile örnek alınacak bir militandı Sait yoldaş.
Sait yoldaş ile 2004 yılının aralık ayında Bestanın Mergumare tepesinde Ş. Sorxwin arkadaşın Kampında tanıştık. Görür görmez kanım kaynadı Kekoya. Sonraları anladım ki beni ilk etapta etkileyen onun saf, temiz ve samimi duruşu olmuştur. Bizler Sait yoldaşa Sur kentli veya Keko derdik, çünkü Amed de saygın insanlara Keko derler ve Sait yoldaş saygın bir insandı. Morallere coşku katardı, çok sevdiği Kahtalı miçeyi söyler, avareyi oynar, atışmalarda istisnasız kazanan o olurdu. Çok sevdiği Dama oyununda nadir yenilirdi. Has Amed Şivesiyle konuşurdu, her şeyden önce fazlasıyla açık sözlü, yani bizim deyişimizle dobra dobra idi. Politize olmaktan nefret eder, her şeyi olduğu gibi, tüm çıplaklığıyla ifade ederdi. Kaygısız, hesapsız duruşuyla çevresindeki yoldaşlarında sempati uyandırdığı gibi, güvenlerini de kazanırdı.
Sait yoldaş yoldaşlar arasında fark koymaz herkes ile ilişkilenirdi. Hesapçı, yaranmacı, çıkarcı yaklaşanlara karşı mücadele eder kaygısızca eleştirirdi. Kim olursa olsun, hani derler ya gözünün nuru da olsa kimsenin gözünün yaşına bakmaz, eleştirirdi. Sait arkadaşın yanında kimse kuralsızlık yapmaya cesaret edemezdi. Mücadele ve eleştiri tarzıyla kimseyi kırmazdı, çünkü herkes onun amacındaki dürüstlüğü samimiyeti ve çıkarsızlığı görebiliyordu. Duygusallığı ve hümanist yanları duruşuna ve davranışlarına yansırdı. Kadın ile yoldaşlığında da rahat, samimi ve doğal olduğu kadar düzeyli ve saygılı idi. Kadın yoldaşlarda kendisine sempati ve saygı ile yaklaşırlardı.
Kekomun hangi güzel özelliğini ifade etsem de yetersiz kalır. Masum bakışları, tatlı gülüşü ve asi yürekliliği ile hafızama yerleşmiş Sur kentli bir delikanlıdır o. Nice savaşlara, sevdalara ve direnişlere tanık Kato Jirka‘nın asi ve gizemli Kayalarına nakşedilmiş bir özgürlük abidesidir Kekom. Sur kentli asi çocuğun kanıyla sulanmış o kutsal toraklarda, yaşam filizlenir, umut yeşerir ve envai renklerden özgürlük çiçeklenir. Kekom gibi yiğitler oldukça halkımız yalnız, ülkemiz kimsesiz kalmayacaktır.
Andımız olsun ki bizleri zafere taşıyacak o kutsal izinizin sadık takipçileri olacağız ve özgür yarınlarda adınızı zafer türkülerinde haykırarak sizlerle yeniden buluşacağız.
Zindan Amed
Bazı gerçekler vardır ki inanmak, kabullenmek istemez yürek, tıpkı silah yoldaşlarının dönüşü olmayan zamansız gidişleri gibi. Bizleri yaşama bağlayan temel değerlerimizden biridir silah yoldaşlığı. Birlikte göğüsleriz en büyük zorlukları, birlikte aşarız en ifadesi zor acıları. Sevgilerin en yücesini, bağlılıkların en anlamlısını barındırır özünde. Her çatışma haberi geldiğinde yüreğin yoldaşlarınla çarpar, onlarla yaşarsın o çatışmalı anları. Merakla beklersin sonuçları. Sonra bir haber gelir, kurşun gibi iner yüreğine, tıpkı Alan arkadaşın şahadet haberi gibi.
Ne kelimeler nede sözler anlatabilir melek yürekli hevalimiz, can yoldaşımız Alanı. Alan yoldaş 1995 yılında Avrupa üzeri PKK’ ye katılır. Katılımından kısa süre sonra Önderlik sahasına gider. Önderliğin eğitim ve yaşam tarzından derinden etkilenen Alan yoldaş Önderliğe ve PKK’ ye tutku düzeyinde bağlılık sözü verir. Dürüstlüğü, sadeliği ve mütevazılıği ile Önderliğin dikkatini çeker. Özlü katılım ve duruşundan dolayı kısa sürede Önder APO’nun sevgisini kazanır.
Alan arkadaş ülke sahasında da savaşçılığında olduğu gibi komutanlığında da mütevazı duruşuyla tüm arkadaşların saygı ve sevgisini kazanmıştır. Sorumluluğunda ki savaşçıları ile ilgilenir, onlarla paylaşır, yetkinleşmeleri için önlerini açardı. Birlikte çalıştığı yoldaşları hiçbir zaman rahatsız olmamışlardır kendisinden. Komutanlaşma üzerine derin yoğunlaşmaları vardı. Klasik, hiyerarşik komuta tarzından kaçınır, mütevazı, yapısı ile bütünleşen, her şeyden önce yoldaş canlısı bir komutan olmayı benimsiyordu. Alan yoldaş APO’cu yaşam tarzı ve kültürünü özünde benimsemiş, olgun duruşu ve hesapsız katılımı bunun en somut ifadesi olmuştu.
Kendine has bir dünyası vardı Alan arkadaşın, bu nedenle kolay tanınmazdı. Maddiyata yer yoktu onun dünyasında. Heval Alanın dünyasını zengin ve anlamlı kılan manevi değerlerdi. Kapalı ve sakin kişiliğinden kaynaklı özü ve yetenekleri pratikle birlikte açığa çıkardı. Mücadele tarzında bireysel kaygılardan uzak örgütselliği esas alma hâkimdi. Bağlılığı ve dürüstlüğü ile yoldaşlarının ve örgütün güvenini kazanmış bir yoldaştı. Genel yoldaşlarla olduğu gibi kadınla yoldaşlığında da samimi ve sadeydi heval Alan. Diyalog ve sohbetlerindeki içtenliği, güler yüzlülüğü sıcak ve güvenilir bir ilişki tarzını yaratırdı.
Alan yoldaş 2003 yılında kendi öneri ve dayatması üzerine Mardin alanına geçer. Şehit düşmeden öncede Alan arkadaşın Mardin pratiğinden övgüyle bahsedilirdi. Aktif katılım ve öncülüğüyle önemli bir rol üstlenen Alan arkadaş başarılı eylemin sahibidir de. Yine eylem yapmak üzere Mardin'in Derik ilçesine giden Alan yoldaş, talihsiz bir baskın sonucu şehit düşer.
Ruhu gözleri kadar berrak yoldaşım;
Seninle son yolculuğunda vedalaşmayacağım, çünkü yüreğin yüreğimizde, ruhun ruhumuzda yaşayacak. Bizler kutsal izinizde yol alırken sizlerle yaşayıp, sizlerle savaşacağız. Çünkü karanlığa bürünmüş bu acımasız çağda, sizler yolumuzu aydınlatan, yüreğimizi umutla besleyen kutsal değerlersiniz. Bizlere emanet ettiğiniz mücadele değerlerini yükseltip zafere ulaştırmayı en kutsal görev bileceğiz.
Silah Arkadaşları
Zağroslar, tarihin en asi ve geçit vermez direniş kalesinin abidesi. İskender’e geçit vermedi, zorbalığa meydan okudu, asırlardır tarihe beşiklik edip evlatlarını yetiştirdi. Ana özgürlük kokan çocuklarına bağlılığı ve sözünü her zaman diliminde tuttu. Çocuklarını büyük bir şevkatle sarıp, tarihin her köşesine damarlarını saldı. Evlatlarını, tarihin değerleriyle büyüttü ve uygarlığın özüyle bütünleştirip özgürlüğe mal etti. Zağrosların silsilesi uygarlığın ana tanrıçasıdır. Nasıl ki Çarçela yaşamın su kaynağıysa, nasıl ki Govendê asiliğin kutsal abidesi ise, Cilo'da kahramanların yıkılmaz kalesi olup savaşçılarını sahiplendi ve evlatlarıyla tek vücut oldu. Bir yılanın süzülüşü gibi, dağların zirvelerinden sessizce akıp bu tarihe karışan Avaşin, sabrını batının sıkılan mermilerinde haykırdı. Govendê batısı Cilo'nun eteklerindeki Geliyê zap deresi, bitimsiz anıların canlı tanığıydı. Her birinde bir anlam, bir tarih ve bir tanıklık vardı. Her birinde bir sanat, bir kültür ve bir birlik vardı. Savaşçılar teker teker yollarını sürdürüp kararlı adımlarla Zağroslara doğru ilerliyorlardı. Şimdi hızlı ilerlemenin sırası gelmişti. Yeni bir zaman yolculuğunda, cilo sessizliğini bozmadan saygı duruşuna geçmişti.
Cilo'nun saygı duruşuna geçişi, Çarçela'nın ilham kaynağını dürtülenmiş yüreğindeki Diyarbakır sevdasının şarkısını evladı Amed için söylemişti. Amed yoldaş zamanı kendi bedeninde durduruyor ve sınırı basmış olduğu adımlarla ortadan kaldırıyordu. Çünkü o sınırı beyninde ve yüreğinde aşmıştı. Çünkü o gerillanın yenilmez birikim tecrübesiydi. Zağros’un vicdanı, yüreği ve beyniydi. Karlı yamaçlar onunla bütünleşmek için adeta yarışa giriyor ve güneşin sıcaklığına kendilerini bırakıp Amed’leşmek istiyorlardı.
Tüm doğa kendi derinliklerinde yol açmış, dağ taş doğanın ahenginde mermer olup önünde sıraya dizilen geçitler gibi selama duruyorlardı. Bütün yollardaki sular ve dereler bir kalbin duruşu gibi dona kalıyordu. Başı dik bir kararlılıkla Amed yoldaşa geçit veriyorlardı. Yaşamın anahtarı çözülmüş, kilitler kırılmış, kapılar sonuna dek büyük özgürlük yolculuğuna hazır bir halde açılmıştı. O gün Amed yoldaş hedefine ulaşmanın mutluluğunu yaşıyordu. Bastığı her bir yerin tozu dumana karışıp, gökyüzünde halaya dururcasına halkalaşıyordu. Doğa mutluluğunu yaşıyordu süslerken tabiatını, reyhanlar kokusuna kavuşuyordu bedenlere sinen güzellikleriyle. Bu güzellik ruhun ve bedenin özgürlük buluşmalarıyla süslenince, Agit yoldaşın diyarıyla bütünleştiriyor ve Botan'ın asi duruşuyla büyüleniyordu. Arazi, susuzluğunu Amed yoldaşın alın terinde gideriyordu. Son geçit bütün yürek ve doğanın bütünleşmesi, özgür ruhun kendi mekanına ulaşmasına sahne olmuştu.
Bir bir bütün yaşadığı olaylar gözünün önünde canlanıyordu. Yıllar ispatlasa da gözler bir türlü inanamıyordu. Bu yolun sonu, başkentin direniş abidelerinde son adımını atmaya çalışıyordu.
Amed yoldaş yüreğinin sesini dinliyor ve yüreğindeki aşkın güzelliğiyle Kürdistanlaşıyordu. Amed de yaşadığı güzel ve hiç unutmayacağı iki yılın aşkı ve gücüydü, onu Botan ve Zağroslara aşık eden. Gerilla hayatını daha çok Zağros ve Botan da yaşamıştı. Amed yoldaş bedeniyle yazılacak olan direniş destanına tanıklık ederken, yeni bir sayfa açmıştı. Başkentten sonra özlemini içinde taşıdığı hasretliliğini, mekanı olan Zağroslara gelerek aşmaya çalışıyordu. Bundandı yüreğindeki sevinci ve coşkusu. Her ne kadar ayaklar yürümek istemese de, dizler kırılmış olsa da, Zağroslara dönmek onun için bambaşka bir anlamdı. Çünkü o Zağrosların dili, yüreği ve beyniydi.
Helwest Partizan
Umudun peşine takılmış çocuklar, sırtlarında taşırlar umudunu bir parça ekmek, ve birazcık tuz gibi. Gezerlerken tüm diyarları bu umut ile gittikleri her yer o umuttan bir parça bırakırlar, kendilerinden bir iz bırakmak için. Yüreğindeki güç ile arşınlarken teker teker toprağı, doğaya salarlar umut ettiklerini ve umut tohumlarını. Bir gezginci ya da bir serüvenci gibidirler onlar. Her bir insana farklı şeyler söylerler. Her bir mekânda farklı yaşam karelerini bırakırlar. Kendilerine dair bir şeyler bulmak zor olsa da, umutlarına, inançlarına, özgürlük ideallerine ve hayallerine göre birçok şey görür ve tanık olursun. Yürüdükleri yolda bir durak, aştıkları mekânlarda kendilerine ait bir yerleri yoktur. Her yer onların, her yerde hem varlar, hem de yoklar, sürekli ileri! Derler onlar. Onlar tüm özgürlüklerini, umutlarını ve kendilerine ait gördüklerini alıp giderler sırtlarında ekmek ve tuz gibi…
Belki de Şurkej arkadaşı en güzel bu anlatım tarif eder. O kendi yolunda ilerlemeye baş koymuştu. Bunun için ne onu kimse durdurabildi, ne de onu buralarda tutan.
Gençti, sabırsızdı, kendisinde sınırları taşımıyor ve kabul etmiyordu. Atılgan ve sıcakkanlı idi. Bütün umut ve hayallerini bir ana sığdırmaya çalışıyordu. Sanki yarın olmayacakmış gibi. Sanki bir daha gerçekleştiremeyecekmiş gibi. Belki de hiçbir şeyin hayatında yarım kalmasını istemiyordu. Arayışlarıydı onu bir anda birçok şeye yönelten. Gitmek istiyordu sadece, kendini bulacağı, ifade edebileceği ve kendini var edebileceği diyarlara… Onun için diyordu “Benim için sadece gitmek vardır.” Devrimciliğin böyle sıradan olmayacakmış gibi, devrimciliğin böyle bekleyerek, durarak olmayacağının bilincine varmıştı. Ve kendisi asla böyle durağan bir devrimciliği yapmamaya kararlıydı. Ve bu kararlılık ile ilerledi umut yolculuğuna. Doğrudur devrimciler durmaz, onlar yürür, ilerler ve ulaşmak istediği sona ulaşır.
Her insanın kendini anlatabileceği, ifade edebileceği ve kendisini bulduğu mekânlar, zamanlar vardır. Bu her insan için o kadar çok farklıdır ki, birini diğeriyle kıyaslayamazsın. Bu temel doğrultusunda insanın kendisine çizdiği bir yol vardır. Bu bazen dar engebeli patika, bazen doruklara yükselen kayalıklar, bazen de kendini sonsuzluğa bırakan uçurumlardır. Özgürlük mücadelesinde her şahadet yaşanılmış ve ayrıntılarda kendisini gizleyen bir gerçeği ifade etmiştir. Her birinde farklı yaşam anıları, farklı anlam damlaları vardır. Her biri kendisiyle beraber bizlerden bir parça alarak gider. Ardında bıraktığı birçok şey vardır insana ve mücadeleye dair. Ardında bıraktığı yaşam ve mücadele gerçeği vardır. Ardında bıraktığı tamamlanması ve yerine getirilmesi gereken amaç ve umutlar vardır. Ardında bıraktığı yaşam değeri ve yoldaşlık gücü vardır. Çünkü geride kalanlar vardır bu yolun ardılları olarak ilerleyen. Onlardan da birer parça alıp gider umudun yolcuları. Bu parçaları alıp götürür ki, yaşam yollarında onlarında izleri kalsın.
Şurkej arkadaşı ilk gören herkesin ona sorduğu soru “Senin ismin niye Şurkej” diye sorardı. Bu isim onun hayallerinin timsaliydi. Kendinde yaratmak istediği ve kendinde aşmak istediği hususları ifade ediyordu. Aslında kendindeki farklılığı ifade ediyordu. Tıpkı her insanın farklı olması gibi…
Rozerin Amed
“Biliyor musun güzel arkadaşım ben insanın iç yapısının hep temiz olduğuna giderek inanan biriyim. Kötülük dedikleri olgu sonra da insana bulaşıyor. İnsan özünde hep biraz adaleti, eşitliği, kardeşliği, beraberliği ve sevgiyi kendi içinde barındırıyor. Sınıflı toplum adeta her şeyi alt üst ediyor. Yılların alışkanlıkları tarz haline gelince neredeyse genetikleşiyor. Diyeceksin neden o zaman o kadar kötülük. Bende derim ki en kötü insanın o denli duygusal yaklaşım sergilemesini neyle izah edeceğiz o zaman. Çünkü insan gözlemliyor da, en kötü olan insan dahi o kadar duygu yüklüdür ki yaşamın pragmatist ve çıkarcı bakışı, ön yargılı eğitim biçimi, sınıflı toplum, dini dogmalar, kan bağı adına geliştirilen milliyetçilik insanı kirletiyor. Ve insan bu tuzakta kendisini kurtaramıyor.
İşte değerli arkadaşım ben buna inanıyorum. Daha fazlasına da inanıyorum. Biliyor musun her insan birazda doğuştan bu nedenlerden dolayı birazda PKK'lidir. Eğer PKK'li olma olgusu adalete, eşitliğe, kardeşliğe ve özgürlüğe adanmışlık ise her insandan bu değerler şöyle ya da böyle vardır. Önemli olan bu cevheri görüp açığa çıkarmadır. Kimi insan bunu açığa çıkaramıyor. Kolay olan sınıf eğilimlere esir düşme yolu seçiliyor. Verili olanı herkese uygulayabiliyor. Ama önemli olan verili olmayanı yani sıra dışı olanı uygulayabilmektir. Kendi içindeki bir nevi bilinçaltına itilmiş olan benini açığa çıkararak kendin olmayı becerebilme oluyor ki bunu da herkes yapamıyor ya da herkese buna cesaret edemiyor. Söylemek istediğim özcesi insanın toplumsal esaretinden dolayı kendi içinde var olan ilk insanı açığa çıkaramamasıdır. Kendi içindeki PKK’li olan insanı doğurtmamasıdır. Bu da insanlığın bir talihsizliğidir.
Güzel insan, ben PKK'li insanın çok temiz olduğuna içten inanan biriyim. PKK'li insan ilk sömürüsüz insandır. İlk tahakkümden uzak olan insandır. Hiyerarşiye hep kafa tutan insandır. Kan bağından uzaklaşmış olarak toplumsalmış insandır. Dini motifleri salt ayinle ilgili düzeyde ele alıp putlaştırmayan ilk insandır. Bak etrafında ki insanlara yani PKK'li insanlara hep başlangıçta böyle değil miydiler? Katılma kararı verirken hep böyle değil miydiler? Yine daha büyük amaç ve umutlar için yola çıkmadılar mı?
O kadar güzel insanlar bu uğurda gitti ki!
O kadar güzel insanın acısını yüreğine gömmek artık zor geliyor. Birde hevalim en seçkin, en güzel insanlar gidiyor. İnsan zorlanıyor.
Diyeceksin ki;
Gerilla bir özgürlük türküsüdür ve biz bu türküyü söylemekle görevliyiz. Bu türküyü söyleyenin morali düşemez. Düşmemelidir.
Diyeceksin ki;
Gerilla bir özgürlük arayışıdır ve bu arayışı güçlü olanların morali düşemez, tersine düş kırıklıkları yüksek coşku performansıyla giderilir.
Diyeceksin ki;
Gerilla bir güzelleşme eylemidir ve bu eylemi gerçekleştirebilecek olanlar ancak en üst düzeyde güleçliği koruyarak bunu yapabilirler.
Ve diyeceksin ki;
Gerilla bir kendini gerçekleştirme olayıdır ve o zaman kendini gerçekleştirmek için sonuna kadar gideceksin.
Bende diyorum ki; bunların hepsi doğrudur.
Buna varım diye bilmek için geldik bu dağların zirvelerine.
Ve hep yukarıda söylenen hayallere kavuşmak için tüm acılara inat direndik.
Hep biraz da bunun için ayakta kaldık.
Hep birazda bunun için bizi pazarlamak ve satmak isteyen tiplere karşı dimdik ayakta durduk.
Ve tabii ki biraz da şeyh Bedrettin misali ‘yârin yanağından gayri her yerde her şeyde hep beraber diye bilmek için ‘ bu yollara düştük ve devam ettirilmesinde ısrarlı olduk. Ancak güzel yoldaşım dedim ya, devrimciler birazın ötesinden insanlar olarak birazın ötesinde duygu yüklü yaratıklardır. Ondandır ki; her yoldaşının bir yıldız misali kayışı bedeninden ve ruhundan kayan bir parça oluyor. Ve seni senden alıp götürüyor. Bu gerçekten dayanılması zor bir duygudur.
“Peki, Kürt gençleri bu dayanılması zor olan acıya nasıl cevap vereceklerdir?
Elbette Delila tarzında vereceklerdir. Onun gibi dağları kendine mesken ederek “benim meskenim dağlardır” diye haykıracaklardır. Bir Delila yerine bin Delila olursa yaşanan acılar biraz hafifleyecek ve Delila’lar uzandıkları topraklarda rahat uyuyabileceklerdir. Aksi takdirde gençlik, insanlık ve Kürtlük adına yapılacak olan sadece ve sadece gaflet ve hatta birazda ihanet olacaktır. NURİ DERSİMİ’NİN halen bugün kulaklarımızda çınlayan “onların sana tek bir kelimede amansız, emredici ve kahredici bir vasiyeti var; intikam intikam intikam. Girdaplara atılan, ateşlerde yakılan gelin ve kızlarımızın feryadını dindirmek için intikam…”
İşte bunun için diyoruz Delilaların arkadaşı, yoldaşı, adaşı, hemşerisi, hısım ve yakını olunabilinir. Başkası da asla!
Tekrardan ama daha tok bir sesle;
BİR İKİ ÜÇ DAHA FAZLA DELİLA VE DELİLALAR İÇİN KÜRT GENÇLİĞİ DAĞLARA !!!
*Bir gerillaya yazılan mektuptan alınan alıntı.
Kasım Engin
Yalnızlık nedir? Yığınlar kalabalığı içerisinde diğerlerine benzememe savaşımı mı, yoksa diğerlerine benzeşme mi. Özünde yalnızlık tek başına yaşanılmaz, en acı yalnızlık kalabalık içerisinde öteki olarak yaşamaktır. Yaşam, doğasına aykırı bir biçimde farklılıkları sindiremeyen monoton bir akış içerisinde sürdürülmeye çalışılıyor. Diğerlerine benzeşirsen ilkesizleşiyor ve kendin olmaktan uzaklaşıyorsun. Diğerlerine benzemezsen yalnızlaşıyorsun. Yüreğini güzelliklere ve gerçeklere açmışsan bir o kadar da acıya ve yalnızlığa açmışsındır. Sinan arkadaş kendi olma kavgasını verdiğinden yüreğini acıya da yalnızlığa da açmıştı. Sinan arkadaş tüm zorluklarına, acılarına rağmen kendi olmayı ve kendi kalmayı başardı. Kendi olma savaşımını sürekli olarak verdi. Nedense hiçbir öncü kişilik içinde bulunduğu çağ içerisinde anlaşılamamıştır. Heraklitos adlı doğa filozofu kendi çağdaşları tarafından anlaşılamadığından yaşadığı aydınlanma karanlık olarak adlandırılır yine kendini bilme ve hakikat aşkıyla yanıp tutuşan Sokrates’in düşüncelerinden dolayı cezalandırılması, Hezarfen Ahmet Çelebinin uçacağına kimsenin inanmaması, Şeyh Bedrettin’in urganın ucunda güneşin batmadan önceki hali gibi solması, inandığı doğrulara sahip çıkma adına bu güzel insanların eril gerçeklik içerisinde yalnız yaşamalarına ama başları dimdik ayakta ecelsiz can vermelerine neden olmuştur. Değişenler yanında değişmeyen çok şey var yaşamımızda. Hala Aristo mantığını ve Newtoncu bakış açısını aşmış değiliz. Yaşama ve insanlara yaklaşımımız bir tekrardan ibaret. Beraber yaşadığımız gerçek ve güzel insanlar olan devrimcileri tanıyamıyoruz. Şahadetini hala kabullenemediğim sanki bu yazıyla şahadeti kesinleşecek olan Sinan arkadaş da bu güzel devrimci ruhlu insanlardan. Belki de o genç yaşına rağmen saçlarına yıldız misali düşen aklar yol arkadaşlarına kendini tam olarak anlatamamaktan ya da anlaşılamamaktan.
Sinan arkadaş 1977 Maraş Elbistan doğumludur. Devrimci hareketlere çocuk yaşlardan itibaren ilgisi vardır. Kürdistanlı olması ve yaşanan çelişkileri derinden yaşaması Onda sisteme muhalif bir karakter yaratmıştır. Sistem dışı arayışları oldukça güçlü olan Sinan arkadaş özgürlük arayışlarına cevabı PKK ideolojisinde ve onun yaşam anlayışında bulur.
Sinan arkadaş, 94 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi bilgisayar mühendisliği bölümünde okurken özgürlük hareketiyle tanışır. Üniversitedeyken yurtsever gençlik çalışmaları içerisinde sorumlu düzeyde görev yürütür. Olgun, zeki, tutarlı, disiplinli duruşuyla arkadaşların ilgisini çeker. Öğrenci gençlik içerisinde çalışmalarını örgütledikten sonra özlemi olan gerilla sahasına ulaşmaya çalışır. 1998 yılında Yunanistan’da Georgidas Thepıhılos Akademisine gelir. Yaşamdaki duruşu, eğitimdeki özlü katılımı, ilişkilerindeki paylaşımcılığı kısa süre içerisinde eğitim sahasında belirginleşmesine neden olur. Kısa bir süre eğitim gördükten sonra eğitim çalışmalarında yönetim düzeyinde görev alır. Sinan arkadaşın düşüncelerindeki sistemlilik, üslubundaki çekicilik, bilgilerindeki derinlik iyi bir eğitimci olmasını sağlar.
Yavaş ancak istikrarlı bir biçimde ilerlemeyi seven Sinan arkadaş fazla girişken değildi ve duygularını herkesle paylaşamıyordu. Az gülerdi ama içten gülerdi. Duygularını dışarıya yansıtmakta zorlanırdı. Onu tanımayanlar için oldukça analitik görünen Sinan arkadaş duygu yüklü yanıyla aklını dengelemişti. Mücadeleyle tanıştıktan ve Önderliğin çözümlemelerini okuduktan sonra derin bir yurtseverlikle duyguları kökleriyle buluşmuş kendinde var olan insanseverlik özgürlük hareketi ile bilimsel bir karakter kazanarak daha kapsamlı ve çok yönlü bir kişilik kazanmıştı. Özgürlük ideolojisiyle etkileşim içerisine girdikçe özkarakteri daha fazla gün yüzüne çıktı. Duruşuyla her zorluğu göğüslemeye hazır olduğunu ve ölümüne bu mücadeleye sarıldığını kanıtladı. Sinan arkadaş bireydeki bilinç ve duygu birliğinin yürek ve beyin ortaklaşmasının anlamlı ve güzel bir örneğidir. Özgürlük hareketine katılımının temelinde de hareketimizin yoldaşlık ilişkilerindeki sadeliği ve paylaşımlarda yaşanan derinliği vardı. İnsana verdiği değer ilişkilerinde somut ifadesini buluyordu. Onun için insanların insan olma savaşımını yürütmeleri sevilmeye değer kılardı onları. Bireylerin yaşadıkları ne olursa olsun anlatmaya ve anlamaya yürek ortağı olmaya çalışırdı. Bunu yaparken hem iyi bir dinleyiciydi hem de iyi bir eğitmen. Sinan arkadaş yaşamıyla, sohbetleriyle hatta duruşuyla insanları etkilemeyi ve karşısındakine yön vermeyi başarıyordu. Bunu yaparken karşısındakine de hissettirmeden, iradesine ve yaşadıklarına saygı göstererek bunu yapıyordu. Sevmek Onun için emek harcamak ve birbirinin iradesini kırmadan paylaşmaktı. İlişkilerinde karşısındakinin kendisine benzemesini istemez, herkesin özsel gerçekliğiyle yaşama katılması gerektiğine inanırdı. Kendisiyle yürüttüğü en büyük savaşım ise duygularını daha güçlü dışa vurmaya yönelik savaşımdı. Kolay değildi kendisine yıllarca duygularını dışa yansıtmaması öğretilmişti. Sinan arkadaş girdiği her çalışmaya büyük bir ciddiyetle yaklaşır ve o çalışmayı herkesten daha iyi bir biçimde başarırdı. Çok yönlü olan Sinan arkadaş’ın Yunanistan’daki eğitim sahamızda yaşama her yönlü katılımı söz konusuydu. Eğitim sahasında görülen eğitimlerden sonra yapılan moral çalışmaları eğitim konularıyla bağlantılı olarak yapılan tiyatrolarla yoğunlaşmaların yansıtılması biçiminde eğitim olarak geçiyordu.
Mücadelenin zorlu ve çetrefilli süreçlerini yeni olmasına rağmen tek başına ayakta kalarak aşmaya çalışan beyniyle ve yüreğiyle etrafını aydınlatmaya çalışan bir arkadaştı. Sinan arkadaşta kabalık yoktu. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlardı. Mücadele ederken de, emek harcarken de, seni eleştirirken de bunu hep çaktırmadan yapardı. Göstermelik olan herkesin göreceği şeyleri yapmayı sevmezdi. Bu yüzden çoğu zaman yüzeyselliğimle onun uzlaşmacı olduğunu söylediğimde kendini içtenlikle anlatmaya çalışırdı. Sinan arkadaş hemen ret etmeyi sevmezdi ve mücadelesini anlık değil zamana yayarak yürütürdü. Yaşama ve insanlara ucuz yaklaşmazdı. Emek harcarken de bunun karşılığını beklemez ve değişimin kolay olmadığını bilirdi. Onun için önemli olan karşısındaki insanın özgürlük arayışlarını güçlendirmek ve kafasında kişinin kendisine ilişkin soru işaretleri oluşturabilmekti. Bu nedenledir ki birçoğu anlayamazdı Onu. Bu derinlikli dünya yüzeysel yapılan hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Kuzeye gitme ve pratikleşme istemi olmasına rağmen bunu birçokları gibi yaygara kopararak yapmamış ama sürekli olarak pratikleşme istemini örgüte yansıtmıştı. Sinan arkadaş için hiçbir zaman kendi istemleri önemli değildi. Onun için örgütün istediği yerde ve biçimde çalışmak en doğrusuydu. Bunu anlatamamanın ezikliğini sürekli olarak yaşadı. Biraz da bu atmosferin yarattığı ağır etkilenmeyle gidişine hız kazandırdı. Uzun yıllardan sonra ülkede ilk kez Mahsum Korkmaz Akademisinde gördüm bu görüşmemizin son görüşmemiz olacağını nereden bilebilirdim ki. Yağmurun altında saatlerce tartıştık sırılsıklam olsak ta yüreğimizde yıllardan sonra birbirimizi görmenin sıcaklığı vardı. Birde ben Onu anlatılanların dışında gördüğüm için, eski özünü yitirmediği için mutluydum. O ise kendini anlatmanın ve yürek ortağı olmaya çalışmanın iç huzurunu yaşıyordu. Bir daha birbirimizi hiç görmedik. Uzaktan da olsa haberlerini alıyordum. Amed’ten güçlü bir komutan olarak döneceğine ve hareket içerisinde önemli görev ve sorumluluklar üstlenebileceğine inanıyordum. Sinan arkadaş devrim yükünü omuzlamada öncü düzeyde katılabilecek, güzel düşünceli ve temiz yürekli özgürleşmeye yakın bir insandı. Kadınla ilişkisinde sürekli olarak özgürleşme mücadelesini kendisiyle yürüten, kadını tanımaya çalışan, kadınla geleneksel güdüsel yaklaşımlar dışında dostluk kurmaya çalışan bir arkadaştı. En ufak bir yanlış anlamanın, karşısındakini kırmanın o kişinin yaşamına mal olacağından korkuyordu. Sade, çıkarsız, sakin ve insanı derinden tanımak isteyen bakışları, pırıltılı gözleri genç yaşta olmasına rağmen saçlarına düşmüş aklarla ve kendi kimliğine ait olgun duruşuyla görmüş geçirmiş kişilere ait yaşam bilgesi edası çevresindekileri etkilemesine yetiyordu. Arkadaşları etrafında toplamak için özel bir çaba içerisine girmesine gerek yoktu. Gerçek bir devrimci olduğunu öncelikle kendi yaşamıyla insanlara kanıtladığından çekiciydi.
Bu yazıyı yazana kadar yazmanın konuşmadan daha kolay olduğuna inanıyordum. Ama bu yazıyı yazarken bunun hiç de böyle olmadığını anladım. İlk defa bir yazıyı yazarken bu kadar zorlandım ve yokluğuna hala inanamadığımı gördüm. Kışları hiç sevmem. Gerilla için ölümdür, hareketsizliktir kış. Bir de senin 2007 kışında Amed’de belirsizlikler içerisinde tam olarak bilmediğim bir tarihte yitip gitmen kışa olan öfkemi daha fazla arttırdı.
Heval Sinan gerçek bir devrimciydi. Adı Taylan’dı. Taylanken de devrimciydi. Taylan Sinan oldu ve daha da bir güzelleşti. Bir gün çıkıp geleceğinin inancını bunları yazarken dahi taşıyorum. Bu kadar erken olmamalıydı be heval. Artık kimseyle derin paylaşımlar yaşamama kararı aldım çünkü en güzeller en erken gidiyorlar ve şuna inanıyorum. Kurşun adres tanır bu yüzden hep en iyileri, en güzelleri seçer. Ölüm sana hiç yakışmıyor. Utangaç ama muzır gülüşünle karşımızda dur yine. Biliyor musun heval Sinan, hani derler ya kendim için istiyorsam dönüşünü namerdim. Bu tür zorlu süreçlerde senin gibi düşünen ve yaşayan insanlara ihtiyacımız var. İçinde yaşadığımız süreç senin gibi gerçek devrimcilerle yürütülebilecek bir süreç. Sen gerçek bir devrimcisin. Sen gerçek bir Apocusun heval Sinan. Ve bu yüzden kabul edemiyorum bizleri bu kadar erken bırakıp gitmeni. Daha yapacağın çok şey vardı heval. İnsanın içindeki acının yarattığı zehiri intikam alması akıtırmış. Senin ve diğer yoldaşlarımın intikamını almadıkça acınız içimde zehir gibi kalacak ve akıtmayacağım. Seni şimdiden çok özledik gerçek devrimci…
Ş. Mazlum
Kod adı- Binevş Amed
Adı soyadı-Hüsniye Oruç
Doğum tarihi yeri - Amed /Çınar 1974
Ana baba adı-Dursun-İbrahim Halil
Partiye katılım- 4 Nisan 1994
Şahadet tarihi -1 Aralık 1998Lice Amed fedai eylem yaparak
Her halkın her ulusun tarihine mal olmuş kahramanları, belleklerde ve yüreklerde silinmez izler bırakır. Belleklerde ve yüreklerde azaldığını ya da unutulduğunu hissettiğimiz zaman atılan adım bir eylemle özün uyanışını görür. Ya da insanlığın masum haykırışını. Onurun, sevginin, fedakarlığın, bağlılığın ve cesaretin zirveleştiği, fedailikte yüce bir anlam arayışı, yürek ve isyan geleneğinde fedaileşen isyan geleneğini yaşatan kahramanlığını görmek hep ola gelmiştir. Diyarbakır surları Zekiyelerle başlayıp Binevşlerle süren tüm bunlara cevap oldu.
Binevş yoldaş; 1974’ün İlkbahar’ın da Amed’ in Çınar ilçesine bağlı Pınaroğlu köyünde dünyaya gelir. On haneli köyün sekizi Zaza ikisi Kürmanç’dır. Ailede dokuz çocuktan üçüncüsüdür. Yetiştiği çevrede, feodalizm ve kapitalizmin etkileriyle birlikte, Kürdün özüne ait izlere rastlanmıştır. Mizirke köyü, ovalık, tüm mevsimlerin güzelliklerini iç içe yaşatır. Köy halkı yurtsever duygulara sahiptirler.
Binevş yoldaş; çocukluğunda oyun arkadaşlarına sevgisiyle ayrımsız, coşkulu bağlılığıyla kendini kabullendirmişti. Öğrenme, okuma, yazma istemi içinde acımasız bir şekilde kalmıştır. Okumayı çok sevmesine rağmen köyden kilometrelerce uzak olan okula gitmek istemi aile tarafında ret edilir. Bir kız çocuğu olarak sadece erkek kardeşlerinin ödevlerine bakmakla yetinir. Aile içinde ve dışında yaşanan haksızlıklara tahammül göstermeyen bir şekilde büyür. Ve bir Kürt kızının duruluğu ve duygusallığı ile beklenmedik tavırlar almaktadır. Hiç kimsenin ilgilenmediği ya da göz ardı ettiği insanlara ilgisi köy içinde ve çevresinde sempati ve sevgiyle anılmasına yol açar. Fedakar, yaratıcı ve coşkulu yapısıyla örnek olurdu. Bakışları keskin ama bir o kadar da duygusaldı. Sürekli arayışlar içerisindedir. Tıpkı Neolitiğin kayıp izlerini arayışı gibi. Bahar günlerinin duyumsuz yeşilliğinde kaybolmak, yeşeren otları taze dokunuşlarla hissetmek, onları toplamak, doğayla bütünleşmek, hayvanları sevmek en büyük tutkularındandı. Kendisinde var olan her şeyi, güzel insanlarla paylaşmak kişiliğinin ayrılmaz bir parçasıydı. Köy yaşamı, onun için ayrılmaz bir bütünlük, mutluluk ve heyecandı. Bu yüzden, her Amed’e gidişinde surlar dışındaki her şey onu köye dönmeye yöneltebiliyordu. Arayışları güçlü olan Binevş yoldaş, çelişkiler yumağındaki yaşama yönünü bularak, nasıl yaşaması gerektiğinin cevabını verebilecek güce sahipti. Okuma yazma bilmeyişi, onun başarı hırsısını, arayışlarını asla engellemedi. Tersine hırslarını daha çok arttırdı. Okumanın dilini, özgürlüğün dilini çözmeye çalışırdı. Kürdistan topraklarında, bin yılların ezilmişliğine karşılık PKK ‘nin isyan çığlığına kulak verenlerdendi. Binevş yoldaş; Türk devletinin yürüttüğü imha ve inkar politikalarını, köyün içinde yürütülen baskı ve işkencelere asla yenilmemiştir. Amed zindanlarında, Mazlum Doğan ‘la yükselen, Zekiye Alkan’la harlanan Newroz ateşinin şarkısına doğru yürümek ve bir kıvılcım olma zamanıdır artık onun için. Her karış toprakta yükselen mahrum çığlıklara kulak vermemek mümkün değildir artık.
Onun için, 1989’da Kürdistan özgürlük dağları ve gerillasıyla tanışması dönüm noktası olur. Binevş yoldaşa, ilk merhabayı vermek yeni bir yaşama merhaba demek ilerlemenin adımı olmuştur. Büyük bir intikam ruhuyla insanlık ve Kürtlük kimliğini oluşturmak, savaşa katılmak en yüce özgürlük tercihi olmuştur. Kadın gerilları görmek, onda farklı duygular uyandırırdı. Katılımını hızlandıran kadın gerillar görmesi olmuştur. Yaşadığı bu duygularla 1994 yılında katılımını gerçekleştirir. Artık her sözü, eylemi, düşüncesi, devrimin hizmetindedir. Başkan APO’yu tanıdıkça, okudukça, hissettikçe gücü artmaktadır. Kürdün özünü koruduğu dağ havasıyla, çelikleşen iradeyi birleştirmek ve mücadeleye kanalize etmek zor olmadı Binevş yoldaş için. Yaşam içerisinde sıradanlığı asla kabul etmedi. Katılımın 1994 yılının başlarında düşmanın yoğun yönelimleri sonucu doğup büyüdüğü köy boşaltılması sonucu yaşadığı baskıların etkisiyle gerilla saflarına katılma imkanını yakalar. Önderimizin doğum günü olan 4 Nisan gibi güzel bir günde katılımını gerçekleştirir.
Yol süreci bir ay sürer. Bir aydan sonra gerillaya büyük bir moral ve coşkuyla gelir. Gerillada ilk tepeciliğini yaptığı sırada henüz yeni bir savaşçı olmasına rağmen yaşanan yer alır. Gerilla olmak, özgürlük savaşçısı olmak onun yıllarca hayalini kurduğu bir andı. Yaşama, heyecan ve tutku derecesinde bağlıydı. Kişiliğinde oluşturduğu bağlılıkla ne yaşamda, ne yoldaşlıkta, nede savaşta zorlanmadan, sevgiyi ve sempatiyi yakalar. Keskin ve net bakışları, Başkan APO’nun deyişi ile şahin bakışlara dönüşür. Ve girdiği her eylem başarıyla sonuçlanır. Çünkü, başarı esastır onun için. Önderliği ve partiyi tanıdıkça, savaştaki fedakarlığı gördükçe, yaşam ve yoldaşlara olan bağlılığı artmaktadır. Duygusal, bir o kadar da özlüdür. Amed’in kadın kişiliğine yeni bir boyut kazandırır. Henüz iki aylık gerilla iken, şartlardan dolayı yalın ayakla yürümek zorunda kalır. Arkadaşların bütün ısrarlarına rağmen kimsenin ayakkabısını giymeyerek büyük bir moralle yürür. Adeta özgürlüğe giden yolların, kolay olmadığını her adımda fark ederek daha çok hırslanır. Bunun coşku ve moralini sergileyen bir duruşun sahibidir. 1997 yılında ilk defa yaralanır. Ayağından yaralanmasına rağmen yürümeye başlar. Onun bu yaklaşımı İradenin, isterse neleri başarabileceğinin somut ifadesini gösterir. Yaralı arkadaşlarla bir araya geldiğinde bütün arkadaşların moral kaynağı Binevş yoldaş olur. Ayağı iyileşmemesine rağmen görevlere gitmek için kendisini dayatır. Her davranışı ve sözü ile bulunduğu ortama yön veren, gündem belirleyen, olmuştur.
İlişkilerinde, mütevazi ve ilkesel bir duruş sergiler. Haksızlığa ve emeksizliğe karşıdır. Tek amacı, Önderlik çiğisin de onurlu bir biçimde yürümektir. ilkelerini yaşamsallaştırmak hedeflerinin arasında yer almaktaydı. Güven veren duruşuyla, arayışların gücüyle bilinçlenir. Günler geçtikçe dönem, dönem ilişkilendiği halkta silinmez izler bırakır. Tüm arkadaşlarından, güç alıp vermesini bilir. En büyük hayali ve isteği, hayatta bir kez de olsa Önderliği görebilmektir. Yaşam da yer, yer bu istemini dile getirir. Ama, ideolojiyi yaşamsallaştırmanın Önderliği görmek olduğunu çok iyi anlar. Zorluklar onun için direnişin, özgürlüğün gerekçesi ve bedeliydi.
Sürekli Amed Eyaletinin Genç alanında kalır. Her taşında, dağında, şehit yoldaşlarının kan izleri bulunur. Onlara yanıt olmak için her şeye devrimci sorumlulukla yaklaşmak, onda bir yaşam tarzı olur. Kanla yazılmış Kürdün direniş tarihine, kendinden bir şeyler katabilmek için, olanca gücüyle tertemiz yüreği ve bilinciyle çalışır. Yoldaşlarda ilişkilerinde büyük bir bağlılık yaratır. Şehit düşmeden üzerine türküler söylenmiş, yaşam duruşu o kadar etkili olmuştur. Yaşamın zorluğu, yüzündeki gülümsemeyi hiçbir zaman silmedi Gülen, coşan yüzüyle taht kurmuştu, tüm yoldaşlarının yüreğinde.
1998 yılı Kürt tarihinde, tarihsel gelişmelerin yaşandığı önemli bir yıldır. Uluslar arası güçlerin birleştiği, tarihin lanetli gerçeğinin bir ürünü olan komplonun adım adım geliştirdiği bir yıldır. Halk ve gerilla ayaktadır. Tarihini Kürt halkına reva gördüğü, laneti ortadan kaldırmak, ufukta görünen komplo gerçeğini ortadan kaldırmak için başkan APO dünyaya açılır. Yürekleri vicdana, beyinleri sağduyuya davet eden bu çıkış, Kürt halkının ateşlerle kızıllaşan bedenlerine rağmen gereken cevabı bulamamaktadır. Komplo tüm gücüyle soğuk yüzünü gösterir. Önderlik etrafında örülen baskı çemberi, Binevş arkadaşı, oldukça zorlar, on gün boyunca sessizleşerek derin bir suskunluğa gömülür. Herkes esen soğuk rüzgardan etkilenir. Ama o daha derin etkilenir. Çünkü, o herkesten daha derin hisseder yaşanan tehlikeyi. Güneşe uzanan eler kırılmalıdır. Hiç bir güç güneşi gölgeleyemez. Tarih, nice önderler tanıdı. Başkan APO tüm bunların çağdaş özü olarak, insanlığın özgürleştirici gücü oldu. İnsanlığa hitap eden öğretisiyle kadın erkek genç çocuk herkes onda özgürlüğün sonsuz gücünü tanıdı. Karşılıksız bırakılmazdı, yönelimler. Dönem, fedaileşme dönemiydi. Fedaileşerek karşılık verilmeliydi. Tüm haksız yönelimlere,.direnişin serhildanların kalesi Amed’de düşmana indirilecek darbenin tarihi, güncel anlamı vardı. Bunun için bedenler param parçada olsa, her bir parçası zihniyetlerin ve Ehriman’ların yok edilmesi olacaktır.
Önderlikle en iyi buluşma, doğru zamanda ve yerde eylem yapmaktan geçer. Tarihin bu en önemli dönemecinde, Binevş yoldaşta özlü bir biçimde gelişen bir fedailik istemi vardır. Önerisi örgüt tarafından kabul görür. Bununla özgürlüğe bir adım daha yakınlaştığını hisseder. Kara bulutları, fırtına ile dağıtmanın zamanıdır. Şimdi! herkese anladığı dilden cevap vermenin zamanıdır. Gün onuru korumanın günüdür. Sözler yazıyla, bir adım daha destanlaşmaya doğru atılır diyerek yola koyulur.
Özgür bir yaşam için hesaplaşmaya, neolitik analar misali kanatlarını germeye, meşalenin bir kıvılcımı olmaya doğru gidilir mektuplar yazılır. Tarihi hesaplaşmanın yapılacağı mekan seçilir. Yer Lice’dir. Düşmanın halkımıza kan kusturduğu, ama bir türlü direnişten alıkoymadığı Amad’in direniş kalesi büyük hesaplaşma için seçilir. Artık hiçbir engel kalmamıştı. Kararlılık zirveleşmiştir. Yüceleşmenin, büyük fedakarlığın, kahramanlığın timsali olmaya doğru yürünmekte büyük bir heyecan ve tutkuyla. Büyük bağlılığın kahramanlıkta destanlaşmasıdır. 1 Aralık 1998 yaşanan Lice’de intikam bombası patlatıldı. Binevş yoldaş; isyan bayrağını zafere taşırmanın mihenk taşı olmuştur.
Amed’in yiğit kızı Binevş yoldaş, adı gibi çiçeklenen APO’cu ruhla fedaileşen kahramanlaşan yoldaş yolun yolumuzdur.
Mücadele arkadaşları adına
Binevş Amed
“Mazlum yoldaş, ideolojimizi iyi bilen bir arkadaşımızdı. Partimizi ruhundan tanıyan ve öyle kalmaya büyük özen gösteren, gerçekten görkemli bir kişilik. Bu anlamda bu kişilik tam bir PKK oluyor. PKK'nin yaşam sözü, onun zirvesi oluyor.”
Rêber APO
…………….
Bir adam çoğalır bir başına hücresinde
Yüreği Kawa'dadır gözleri Babek'te
Ateşler yanarken dağ doruklarında
İhanet zindan karanlığında kol gezmekte
Kawa'lara Babek'lere bir yandaş gerek
Bu zindan karanlığına bir ateş gerek
Çevrilen ihanet çarkını kırmak için
Ölümü göğüsleyecek bir yoldaş gerek
Bir anda yırtılır zindan karanlıkları
Sessiz bir gürültüyle sarsılır duvarlar
Patlar bir beyinde Newroz ışıkları
Ey ateşin ve güneşin çocukları
Hani bilincin sesi yüreklerimizde
Gözlerimizde inancın sancakları nerede
Bu gidişe dur demek gerekir bilirim
Hücrede her saniyeyi bir yıl eylerim
Bir ateş yaktık sönmesin diye hiçbir yerde
O ateş sönerse yaşamayı
neylerim
Bu yüzden ü'ç kibrit ile Newroz günü
Yüreğimi sizlere armağan eylerim….
Adnan Yücel
Mazlum Doğan (1955-1982)
Milatlar, tarih başlangıcını ifade eder. Her milat halkların, insanlığın bir doğuşu, bir var oluşu gibi yaşamın toprağına kök salar. Çoğu ise kahramanların, büyük önderlerin yaşamlarını ortaya koyarak, çarmıhlardan, idam sehpalarından ve yangınlardan geçerek yarattığı değerler üzerine gelişir. Ve bu tarihi başlangıçlar insanlığın ortak değerleri gibi aynı iklimi bütün yüreklerde yaşatırlar.
Newroz da Ortadoğu halklarının tarihinde bir milat başlangıcıdır. Med topluluklarının köleci Asur'a karşı büyük kurtuluş hareketinin zafer günüdür. Asur köleci imparatorluğuna karşı Med toplulukları öncülüğünde başlayan ve bölgesel bir nitelik kazanan kurtuluş hareketidir. Ama Ortadoğu öyle fırtınalara, öyle egemen güçlerin gazaplarına uğradı ki, yeniden bir tarih başlangıcı şafak gibi doğuşu bekliyordu gün batımında…
İşte Mazlum 21 Mart 1982’de bu miladı üç kibrit çöpüyle yaktığı özgürlük ateşinde müjdelemişti. Kimdi bu yiğit halk kahramanı? Nasıl olurdu da yüreğini bu kadar büyütebilmişti? Tarihin gerçek kahramanlarını yazmak belki de en zor iş olsa gerek. Gerçek olana dair söylenmesi gereken bütün sözler hak etmeyenlere sarf edilmiş ve bu yüzden gerçek kahramanları anlatmaya yalnızca yürekler kalmıştır.
1955 yılında Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde doğan Mazlum Doğan’ın onurlu bir halk uğruna adadığı yaşamı bir halkın acılarının, uğradığı zulmün ve bir de dirilişinin tarihi oluyor.
Balıkesir’de Yüksek Öğretmenlik okulunu bitirdikten sonra 1974 yılında Ankara Hacettepe Üniversitesi Ekonomi bölümüne yazılmıştı. Özgürlük ve bağımsızlık bilincinin gelişmeye başladığı bir dönemde okul çevresi ile yaptığı tartışmalar ve diyaloglarla Kürt özgürlük hareketinin kuruluşunda yer alan diğer arkadaşlarla tanışmıştı. Şahin Dönmez’le aynı sınıfta okuyan Mazlum Doğan yıllar sonra PKK ana davasından tutuklanarak Diyarbakır zindanına konulduktan sonra bir kez daha onunla karşılaşır. Ancak bu karşılaşma biraz daha farklı bir şekilde gelişir. Zira her birinin ayrı bir kampı temsil ettiği bir karşılaşma oluyor. Çünkü Mazlum Doğan 1979 yılında Urfa’nın çıkışında bir arabada yakalanarak Amed zindanına götürüldükten sora, bir yıla kadar yani Şahin Dönmez yakalanıp Amed zindanına getirilene kadar kimliğini açıklamıyor. Onunla zindanda yatan yoldaşlarının bazıları tarafından tanınmadığı için adı Ali abi olarak bilinir. Şahin Dönmez tutuklanarak Amed zindanına getirildikten sonra düşmana; “işte bu PKK’nin en önde gelen kadrolarından Mazlum Doğan denilendir.” diyerek Mazlum yoldaşın gerçek kimliğini açıklar.
Bu yiğit halk kahramanını kendi sözlerinden anlatmak belki de en sade ve en gerçekçi olanı olacaktır.
Özgürlük mücadelesiyle ilk tanışmasını 18.6.1981 tarihinde mahkemeye siyasi savunma yaparken anlatan Mazlum Doğan yoldaş şöyle anlatıyor;
“1974-75 senesinde ben üniversite sınavında Hacettepe'yi tutturmuştum puan olarak. Hacettepe'ye kaydımı yaptırdım. Daha Önce de ben sol eğilimliydim, çeşitli sol yayınlar, gazeteler, dergiler, kitaplara kadar okuyordum. Marksizm’e, Leninizm’e sempati duyuyordum. Yüksekokula geldikten sonra o sıralar başlangıçta ADYÖD vardı. Bir iki defa ADYÖD'e, bir iki sefer DGB'ye ve TSİP'e gittim; ama orada pek fazla kişiyle tanışmadım, tanımıyordum. Daha sonra ADYÖD kapatıldı. Bu arada Hacettepe Derneği v.b derneklere gidip gelmeye başladım. Buralarda devlet konusunda, demokrasi konusunda, faşizm konusunda, parti örgütlenmesi konusunda, mücadele konusunda çeşitli kişilerle konuşur, tartışırdım.
"TKİP davasında işçi köylü sorunu" diye broşürler falan vardı. Başkalarını milli mesele hakkında fikirleri olmamakla, ulusların kaderini tayin konusunda bilgi sahibi olmamakla suçluyorlardı. Ben onu okudum. Ben ne kadar kitap, ne kadar dergi, gazete falan çıkıyorsa hepsini alıp okumak istiyordum. Bir kısmını okuyabildim, bir kısmını okuyamadım. Bu ayrı bir sorun; ama hepsini sıralıyordum… Kendi araştırma, incelemelerimde.
Zaten kendim Türkiye'nin başka illerinde okumuştum. Daha önce Eskişehir'de, Balıkesir'de falan okumuştum. Ben devrimci sempatizan olduğum sıralar, devlet konusunda, demokrasi konusunda bulduğum her türlü kitabı milli mesele konusu dahil okuyordum. Marksizm’inLeninizm’in bütün temel konularla ilgili görüşlerini kavramaya çalışıyordum. Ben milli mesele konusunda kitap araştırmaya, bulduklarımı okumaya başladım. O dönemlerde henüz "Ulusların Kaderini Tayin Hakkı" Lenin'indir bu eser, Stalin’in, Marks'ın milli mesele vs. gibi eserleri piyasaya çıkmamıştı. Başkalarından araştırdık, aradık, taradık. Bulamadım ben pek, fakat diğer çeşitli siyasi grupların veya dergilerin, çevrelerin bu konudaki görüşlerini de öğrenmeye çalıştım. Bulduğum kitapları okumaya çalıştım. 1976 yılına doğru artık milli mesele hakkında ben de birkaç kitap okumuş, bazı şeyler biliyordum: ama elbette daha sonraki kadar gelişmiş, net, kesin görüşlerim henüz yoktu…
Ben DDKD kuruluş toplantısı yapıldığı zaman DDKD'ye gittim. DDKD'yi ve DDKD'lileri sevmezdim. DDKD ve DDKD'lileri burjuva milliyetçisi olarak görüyordum ve kesinlikle daha baştan beri ben onlara karşıydım. Oraya gittim. Oradaki konuşmaları falan beğenmedim. Ben kendimi enternasyonalist çizgide bir Marksist ve Leninist görüyor veya öyle olmaya çalışıyordum. Onları da milliyetçi olarak görüyordum, bu nedenle kendilerine pek bir yakınlık duymuyor, onlarla pek fazla konuşmuyordum bile. Çünkü kendilerinin zaten Marksizm hakkında pek görüşleri yoktu.
Bir ara başka bir arkadaş beni Haki ile tanıştırdı. SBF yurdu muydu yahut Hukuk bahçesi miydi iyi hatırlayamıyorum. Haki bana milli mesele hakkındaki görüşlerini de dahil çeşitli konularda görüşlerini söyledi. Bu arada DDKD'yi de benden daha sert, daha kıyasıya eleştirdi ve burjuva milliyetçisi olduklarını, çalışma yöntemlerini, anlayışlarını, ideolojilerini eleştirdi, bu benim hoşuma gitti. Daha sonraki dönemlerde de yine bu kişiyi bulmak, onunla konuşmak istedim; ama sık sık kendisiyle karşılaşamadım, konuşamadım. Ama kendisine karşı bir hayranlığım söz konusu idi ve giderek bu hayranlık, onlarla beraber hareket etmeye, ideolojilerini benimsemeye kadar gitti. Yalnız, kişinin kendisine hayranlıktan çok, anlattığı düşünceler benim de düşüncelerime denk, uygun geliyordu. Ben bu kişilerin bir grup mu, bir hareket mi veya şey mi olduğunu bilmiyordum; ancak kendileri tarafından tasvip edilmek, kendileri tarafından görevlendirilmek falan istiyordum, bayağı da heyecanlı idim bu konuda. İşte memlekete geldiğimde, kardeşim de dahil, pek çok kişiye, o arkadaştan, Haki'den ve yine Haki'nin arkadaşlarından daha sonra benim de arkadaşlarım oldu. Cemil, Duran gibi öğrendiklerimi hemen anlattım, işte Ortadoğu'da bir ekonomik, siyasal ve sosyal huzursuzluk söz konusudur. Ortadoğu, dünyada ekonomik bakımdan çok büyük öneme sahiptir. Bugün dünya ekonomisine sahip olabilmek için Ortadoğu petrolüne sahip olmak gerekmektedir. Çağlar boyunca Ortadoğu hep siyasal bakımdan çok önemli bir merkez olmuştur. Dünyaya hakim olmak isteyenler, işte ilk çağdaki emperyalist devletler olsun daha sonraki feodal dönemde olsun hatta kapitalist dönemde olsun Ortadoğu'ya sahip olmak istemişlerdir. Ortadoğu bugün kapitalizmle sosyalizm arasındaki çekişmenin odağını oluşturuyor. Ortadoğu'da Kürdistan çok stratejik bir yerde yer alır. Kürdistan'ın jeopolitik önemini iyi kavramak gerekir, işte eğer Ortadoğu'da emperyalizm kovulmak isteniyorsa, Ortadoğu emperyalistkapitalist bloktan koparılmak isteniyorsa, mutlaka Ortadoğu'nun gericiliğin yoğunlaştığı merkez olan Kürdistan'da devrim yapmak gerekiyor. Bu da Kürdistan devrimi, Kürdistan devriminin önderliğini burjuvaziye, burjuva milliyetçilerine bırakmayacak, proletarya önderliğindeki bir devrimle mümkün olabilir. Kürdistan'da bağımsız bir proletarya partisi oluşturmak, proletarya önderliğinde işçileri, köylüleri, esnafı ve diğer yurtsever sınıf ve tabakaları örgütlemek gerekiyor. İşte bu konuda Kürt aydınlarına, Kürt gençlerine görev düşer. Bize görev düşüyor, biz bu konuda faaliyet yürütelim falan benzeri konularda o dönemde arkadaşlar tarafından savunulan bize de anlatılan görüşleri ben de çevreme anlatmaya çalıştım. Hatta 1976 yılı Haziran ayı falandı her halde, Suruç'ta bir Suruçlu genç öldürülmüştü, adını hatırlamıyorum. Hacettepe'de bizim okulun öğrencisiydi, bu kişinin cenaze törenine bazı arkadaşlar gelmiş katılmışlardı Ankara'dan. Hayri ve Kemal de bunların içindeydi, bunlar yakalanmışlardı Suruç'ta. Diyarbakır'da cezaevine getirilmişlerdi. Bu arkadaşlarla henüz fazla sıkı ilişkim olmadığı halde Karakoçan'dan çıktım, bunları ziyarete geldim. Herhalde hatırladığım kadarıyla, bilmiyorum 1200 mü ne de harçlık verdim. Yani oldukça yakınlık duyuyordum ve beraber faaliyet yürütmek istiyordum. Daha sonra, diyelim bir genç tanıdıysam,
ya da bir insan tanıdıysam herhangi bir bölgeye gitmek, ona hareketin görüşlerini anlatmak istiyordum. 1976 sonları mıydı, 1977 başları mıydı kesin hatırlamıyorum, ama o dönemde ben okulu bırakmak, artık tümüyle kendimi hareketin ideolojisi doğrultusunda faaliyet yürütmeye vermek istedim, ona adamak istedim. Böyle bir örgütlenme veya bir görevlendirme falan söz konusu değildi. Yalnız bu arkadaşlar henüz kendi görüşlerini kavramadığım için bana pek o sıralar güven duymuyor, bu tür görevler falan vermiyorlardı. Örneğin bir görüş falan konuşulacaksa ideolojik olarak kendileri konuşurlardı, ben de yanlarına oturup dinliyordum. Benim bu isteğim kabul edildi. Ben kendim dedim, işte gideceğim. Yani para falan istemiyordum, zaten yoktu da, o sıra çok ilginç yöntemlerle biz para buluyorduk. Örneğin ben aileme başvuruyor, diyordum ki, birtakım elbise alacağım diye dayatıyordum, veriyordu. 1000, 800, 900, 600 lira para; ben onu götürüyordum ya Haki'ye veriyordum, ya Cemil'e veriyordum ya kitap alıyordum. Ya da diyelim benim Ankara'da ya da İstanbul'da bir yerde tanıdığım bir arkadaşım var, Diyarbakırlıdır, duyuyorum işte ailesinden falan adresini araştırıyordum, yanına geliyordum; yahu işte sen nesin, ne düşünüyorsun, ona hareketin görüşlerini anlatarak taraftar bulmaya çalışıyorduk. Yani tek tek kişilerle bile uğraşıyorduk. Bir adamı ben bilmem Batman'da tanıyorsam, onun peşinden gidip mümkünse onu kazanmak, onun vasıtasıyla orada bir çevre edinmek çabası içerisine giriyordum. Batman o dönemde olduğu gibi şimdi de büyük bir işçi kentidir. Batman'da geniş bir kitle temeli oluşturabilmek, her siyasi organizasyonu özellikle, ben işçi sınıfını temsil etme iddiasındayım diyenlerin arzusudur, amacıdır. Bir ara benden önce Haki arkadaş Batman'a gelmiş; fakat Kürtçe bilmediği İçin ve Batman'daki burjuva milliyetçileri tarafından da bu Türk’tür burada ne arıyor, işte bu hem Türk’tür hem Kürtçülük yapıyor biçimindeki suçlama ile karşı karşıya kaldığı için Batman’ı terk etmek zorunda kalmıştı. Daha doğrusu Batman'ı terk etmeden önce bana Kürtçe bilen bir arkadaş falan yok mu yanıma gelsin biçiminde bir arzu belirtmişti. Ben bunu duydum, çırpındım illa Haki'nin yanına gideceğim, beni bırakın gideyim falan diye; fakat Haki kendisi Batman'ı terk etti. Ben Haki'ye söyledim işte beni gönder dedim, yalnız o da henüz yeni olduğum, tecrübesiz olduğum için hem ağır olabilecek bir görevin altına, bir sorumluluğun altına girip ezilmemden korkuyor, hem de şevkimi, heyecanımı kırmak istemiyordu, "sen bilirsin" dedi. Ben 1976 sonlarına doğruydu valizimi topladım, ailemden kopardığım parayı da alarak o zaman pek fazla sayılmazdı her halde 500 lira paraydı Güney illerine geldim. Duyuyordum Ceylanpınar'da ne olacak, İşte faşizm konusunda bir seminer verecek, ben arabaya atlıyor Ceylanpınar'a gidiyordum. Kahvede oturuyordum, birinin yanında yahut TOBDER'de oturuyordum. Bazı kişilerle bireysel ahbaplık, dostluk kurarak, mümkünse evinde yatmaya çalışıyordum. Ertesi gün seminere katılıyor, bildiğim görüşleri savunuyordum. Böyle turist gibi geziyordum.1977'ye doğru artık ben Batman'da kalmaya başladım. Sık sık Batman'a gidiyordum, bir hafta kalıyordum, 3 gün kalıyordum, 5 gün kalıyordum.
DURUŞMA HÂKİMİ:
Nerede kalıyordunuz kimde kalıyordunuz?
MAZLUM DOĞAN Ark:
Bazen dışarıda kaldığım da oldu. Yani yaz aylarına doğru. Nisan ayına doğru yatacak ev bulamıyordum, yemek de bulamıyordum. Ne yapıyordum; dışarıda yatıyordum. Ama diyelim ben TÖBDER'e gidip oturuyordum ya da LisDer var gidip oturuyordum, akşama doğru oluyor bir genç, bir delikanlı "ağabey bu gece bizim eve gidelim" diyorsa, hiç fırsatı kaçırmıyor, direkt onların evine gidiyordum. Ertesi gün davetsiz olarak gittiğimde oluyordu. Yani zar zor idare ederek kalmaya, propaganda yapmaya çalışıyordum. Diyelim ki, bir genç beraber oturuyoruz, beraber çay, sigara içiyoruz, ben ona hemen herhangi bir konu falan açarak hareketin görüşlerini götürmeye, onun tasvibini almaya çalışıyordum…
Kısacası aslında halkın misafirperverliği söz konusuydu, gençlerin, bu tür davetlerini falan hiç kaçırmıyorduk. Hatta bir kısmı diyelim elbiselerimiz kirli, bu evde kalıyoruz, sabahleyin bize temiz giyecek elbise, gömlek de veriyorlardı, gömleğimizi falan da değiştiriyorduk. Bu yalnız benim için değil, başka arkadaşlar için de söz konusu. Yani, biz belli oluşmuş bir fon veya bir merkezden veya bir şeyden gelen bir para ile ya da şuyla buyla geçinmiyorduk. Bir köye, bir kasabaya, şuraya, buraya bir yere oturuyorsak bu kimisi hemşehrilikten olabilir, uzaktan bir tanıdıktan olabilir, bir merhabadan olabilir, biriyle diyelim bir yerden bir yere otobüsle yolculuk ediyor, kendisini şahsen tanıyorsak veya konuşuyorsak, nereli olduğunu öğreniyorsak daha sonra peşini bırakmaz gider onu arar bulur, onun vasıtasıyla orada iş yapmaya, bazı kişileri tanımaya, hareketin ideolojisini, görüşlerini götürmeye çalışırdık. 1978'in sonlarına kadar bu böyle sürdü
Mücadelemizin öncü kadrolarından büyük devrimci Mazlum Doğan 1979 yılında talihsiz bir şekilde Urfa’da yakalandıktan kısa bir süre sonra Diyarbakır 1 No’lu adıyla bilinen cezaevine naklediliyor.
Yakalandığı günden itibaren yazma fırsatını buldukça mektuplar ve kısa notlar şeklinde yaşadıkları konusunda örgütü bilgilendirmek amacıyla yazan Mazlum Yoldaş, Urfa’dan Diyarbakır’a nakledilişini şu şekilde anlatıyor, "Saat 9 civarıydı, ayrı ayrı araçlara bindirildik. Urfa Tugayından ayrılarak Diyarbakır'a hareket ettik. Ellerim kelepçeli olduğu şekilde sırtüstü yatırılmıştım. Yol boyunca kafam sağa-sola çarpıp duruyordu. Arabadaki erler kendi aralarında konuşup duruyorlardı. Komandolara küfür yağdırdıkları bir arada onlarla belki diyalog kurabilirim diye söze karıştım. Bana sigara verdiler. Bu arada önceki gün Halfeti'nin bir köyüne yaptıkları baskından söz ediyorlardı. Komando subayının kendilerini mahvettiğini, buna rağmen kimseyi yakalayamadıklarını söylüyorlardı. 'Aradıkları kişiler öğrenciymiş, uzun zamandır aranıyormuş. Herif enayi değilmiş, yakalanırmıymış o'. Tariflerine göre köy, Apo'nun köyüydü, ama yakalanan yoktu. İçime neşe doldurdu."
“İradesine Sahip Bir Devrimci İçin İşkence Vız Gelir”
Diyarbakır getirilir getirilmez sorgulanmaya başlandığını yazan Mazlum Yoldaş bu konuda şunları söylüyor, "6 Ekim bekleyişle geçti. Ertesi gün akşama doğru saat 9.00 civarı gözlerimi bağlayarak, ikinci katta bir odaya götürdüler. Bir sandalyeye oturtuldum. Hissettiğim kadarıyla iki sandalye daha vardı ve karşımdaydı. Önüme bir masa koyarak ellerimi üstüne koymamı istediler. Dediklerini yaptım. Hayat hikayemi yeniden anlattırdılar. (Mazlum Doğan arkadaş ilk yakalandığında gerçek kimliği bilinmiyor, onun yerine kendisinde bir köylüye ait kimlik vardır, o kimliğe ilişkin bilgiler vermektedir.) Yazdıklarımı tekrarladım. Askerliğimi nerede yaptığımı sordular. Manisa Doğu kışla dedim. 'Yalanları bırak, bize doğrusunu anlat' dediler. Doğruyu anlattığımı söyleyince, ellerimi joplamaya başladılar. Doğrusu kendimi hazırlamıştım. Kafama, kollarıma, göğsüme, belime ve bacaklarıma inen joplar dayanılır gibi değildi. Ayrıca bir devrimcinin iradesine sahip olması halinde işkencenin vız geleceğine inanıyordum. Ayın 8'i de bekleyişle geçti. Sigarayla yakılan yerler olsun, jop yerleri olsun sızlayıp duruyorlardı. Ama moralim tamdı. Kendi kendime devrimci marşlar söyleyip, daracık hücremde volta atıyordum.”
'Her ihanetin bir mükafatı varmış, Şahin'e canı bağışlandı. İhanetin Bedeliyse Alçakça İhanet Etmesi Oldu'
İşkencelerin gece yarılarına kadar ve bazen de gece yarılarından sora başladığını, bununla devrimcilerin iradelerinin sınava çekildiğini not düşen Mazlum Yoldaş devamla şunları yazıyor, “Saat 11.30 ile 12.00 civarındaydı, sert bir el koluma yapışarak küfürle sürüklemeye başladı. Kaldığım odaya çarpraz düşen bir diğer odadan başımı zorla eğerek beni içeri fırlattı. Ayaklarıyla boğazıma basarak, ellerimdeki kelepçeleri çözdü. Bir devrimcinin ve iradesinin sınava çekildiği asıl işkence faslının başladığını hissettim. İçimden 'bir devrimcinin iradesine işkenceyle hükmetmek olanaksızdır, Yaşasın PKK, Yaşasın Bağımsızlık, can kaygısına düşecek kadar alçalmamalıyım' gibi şeyler söylüyordum. Ayaklarımdan çoraplarımı soyarak, sırt üstü yere yatırdılar. Ayaklarımı yere 60 derecelik açı yapacak şekilde havaya kaldırarak, tavana asılı olan kelepçeleri ayak bileklerime geçirdiler. Kavgamız başladı! Her falaka faslından sonra ayağa kaldırılarak ıslak zemine döktükleri tuz üzerinde zıplatıyor, sağa-sola doğru koşturuyorladı. ... Sorular; falaka ve tuzlu su üzerinde konuşturulma dönemlerinde sürüyordu. İki kişi mütemadiyen farklı şekilde ve farklı muhtevada sorular soruyorlardı. Ben genel olarak bilmediğimi, tanımadığımı, kimseyi öldürmediğimi, silahımın olmadığını, doğru konuştuğumu söylüyor veya susuyordum. 56 falaka devresinden sonra zıplayamaz ve yürüyemez olmaya başlamıştım. Bundan sonra biri sırtıma biniyor veya hep beraber sağa-sola doğru fırlatıp duruyorlardı. Yere düşmeme fırsat vermiyorlardı. Bu sırada sorguya katılanların 7-8 kişi olduklarını, bir masa olduğunu, burada oturanların hiç soru sormadıklarını anladım. Falakada yediğim joplar elimi ve belimi yakan sigaralara göre daha fazla acı veriyorlardı, ama soğukkanlılığımı kaybetmeme, irademi kaybetmeme etki etmesi olanaksızdı. Çoğu kez dalıyor, sorularını bile duymuyordum. Bu arada Şahin'in durumu hep aklımda idi. Kendi kendime 'demek her ihanetin bir mükafatı varmış, Şahin'e canı bağışlandı. İhanetin bedeliyse alçakça ihanet etmesi oldu' diyordum Ayaklarımı sürekli yere vurarak kanın hareket etmesini sağlamaya çalışıyordum. Ağzıma doldurulan tuz, boğazımı ve dudaklarımı çatlatacak gibiydi. Su istiyordum, cevap vermiyorlardı. Tuvalete gitmek istediğimi söylüyordum, cevap yoktu. Düşman karşısında dik durmaya çalışmama rağmen sandalyede dik duramıyordum. Yeniden alınmamı bekleyip durdum. Bu arada hep 'beni konuşturacağınızı sanıyorsanız yanılırsınız. Ayrıca hakkımda bilgiye de sahip değilsiniz. Bu sizin laçka yapınızı ortaya koyuyor' diyordum. Soğukkanlı ve bilinçli hareket etmeye, hareketin prestijini her koşul altında korumaya çalışıyordum. Zaten 10 günden beri sistemli bir şekilde kendimi hazırlamıştım".
Yakalanmasının üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen cezaevinden kaçmayı kafasına koyan Mazlum Yoldaş çöp bidonları içersindeki kaçış denemesine ilişkin ise şunları yazıyor, "...kaçmayı kafama yerleştirdim. Bu iş için en basit yol, cezaevi çöp arabasıydı. Bidonla alınan çöpleri boşaltacak ve bidona yerleşerek dışarı çıkacaktım. Hazırlıklara giriştim. Bidonda uzun süre kıpırdamadan kalabilmek için spor yapmaya ve sabahleyin yokluğumun yoklamaya kadar kimse tarafından anlaşılmaması için de herkesten önce yataktan kalktığım halde yemek yememeye başladım. Ancak bidon kısa ve dardı. Bu nedenle çöplerin çok olduğunu, bir bidonun yeterli olmayacağını yaygınlaştırarak yeni bir bidonun gelmesini sağladım. 12 Aralık'ta bidona iyice yerleşerek beklemeye başladım. Fakat çok sıkı giyindiğim ve bidonda hava deliği açmadığım için 15-20 dakika sonra bidonda dayanmamaya başladım. Havasızlıktan baygınlık geçiriyor ve şiddetle terliyordum. Buna rağmen dişimi sıkarak 4 saat kadar (gece 4'den sabah 8'e kadar) kıpırdamadan durdum. Fakat dizlerim tamamen uyuşmuştu.
Sabah saat 8.00'de çöp bidonları alınınca arabaya yerleştim. Fakat yoldan çıkmak ve kaçmak olanaksızdı. Çünkü benim ayaklarım uyuştuğu gibi, bir de asker vardı. Bu nedenle Dicle nehrine kadar gittik. Araba ileri geri hareket etmeye başlayınca son durağa geldiğimi anladım. Az sonra motor istop etti ve bidonlar aşağıya atılmaya başlandı. Sıra benimkine gelince arabadan aşağı atılırsam başımın kırılabileceği düşüncesiyle bidondan kafamı çıkardım. Baktım etrafımda asker filan yoktu. Kollarıma dayanarak bidondan çıktım, ama üstü kapalı olan kasanın çıkışı askerlerce tutulmuştu. Dizlerim ve ayaklarım tamamen uyuştuğu için kıpırdayamıyordum. Askerler üzerime atlayınca yere düştüm. Araba derhal son süratle hareket etti. İçerdeki boğuşmada da askerleri alt ederek kendimi aşağıya atmayı başaramadım. Yakalanarak tekrar cezaevine konuldum."
“Hedef Savunma Yapmamızı ve Kamuoyunun Oluşmasını Engellemektir”
Kaçış planının gerçekleşmemesi ile Şahin Dönmez’in ihanetinden sonra gerçek kimliği tesbit edilen Mazlum Yoldaş bu kez savcılık tarafından kendilerine yönelik hazırlanan iddianameye karşılık siyasi savunma hazırlıklarına başlar. Her koşul ve şart altında partinin prestijini düşünen Mazlum Yoldaş savunma hazırlama konusunda partiye gönderdiği bir bilgilendirme notunda şunları yazıyor, "İddianameler elimize geçince, iddianameye cevap hazırlayacağız. Eğer fırsat bulursak (yani yazabilirsek) size de iletmeye çalışırız. Asıl savunma metnimizin ise ne olduğunu bilmiyoruz. Eğer elde kalmış ise tamamlarız. Daha doğrusu ne pahasına olursa olsun tamamlaya ve size ulaşmaya çalışırız. Fakat yukarıda belirttiğim gibi, çalışma koşullarımız yok. Ne olacağımız, çalışmaya fırsat bulup bulamayacağımız belli değil. Sömürgeciler bizim siyasi tavır koymamızı, savunma yapmamızı önlemek için ne lazımsa yapıyorlar. Sabah akşam, gece gündüz göz altındayız. Gece saat 11:00'den sonra ayakta görülen adam koğuştan alınıp götürülüyor. Bir ton dayak ve işkenceden sonra hücreye atılıyor. Koğuşlar didik didik aranıyor. Öyle ki, mektuplardaki pullar bile tek tek kaldırılıyor. Yani yazmak ve saklamak imkansız gibi bir şey. İdare ve gardiyanlar her türlü yazı ve yazılı şeye düşmanlar. Hedef savunma yapmamızın ve kamuoyunun oluşmasını engellemek ve bu arada çok ağır cezalar yağdırıp infaz etmektir. Partiye, bu konuda kamuoyunu oluşturmak ve davalarımıza dikkati çekmek için çok görev düşüyor. Biz elimizden geleni ardımıza koymadık ve asla koymayacağız. Birbirimizle (içte) ilişki kurduğumuz müddetçe kitlemizin parçalanmasına, düşmana boyun eğmesine, teslimiyete izin vermedik. Geceli gündüzlü savunma için hazırlık yaptık. Bundan sonra da Partinin çıkarlarını ve prestijini yüksekte tutmak için ne lazımsa yapacağız. Bundan kuşkunuz olmasın. Fakat bu notumuzun son olacağından, artık sizinle ve cezaevindeki diğer arkadaşlarla ilişki kuramamaktan korkuyoruz. O zaman Partiye propaganda materyali olarak kullanabileceği bir savunma metni vermesek bile, düşman karşısında Partiyi, ideoloji ve politikasını sözlü olarak savunmaya çalışırız. Suçumuz, savunma metnini 12 Eylül öncesi hazır hale getirip, bir nüshasını size ulaştırmış olmamamızdır. Fakat o zaman içte (cezaevinde) arkadaşların eğitimi ile uğraşıyor ve savunma hazırlığını yalnızca geceleri ve çok gizli olarak yapıyorduk. Bu nedenle tamamlayamadık."
12 Eylül askeri darbesi ve sonrasındaki rejimin parti üzerindeki hedef ve amaçlarına ilişkin de kısa notlar düşen Mazlum Yoldaş şunları yazıyor, “Azgın, gerici ve saldırgan Türk cuntası, Partimize ve Türkiye'deki devrimci güçlere karşı saldırısını sürdürmeye devam edecek. İnsan haklarını hayasızca çiğnemeye ve halkımızı azgınca sömürmeye hız verecek. Çünkü, Türk burjuvazisinin bunalımdan çıkış için baskı ve zulmü yoğunlaştırmaktan başka çaresi yoktur. Partimiz, cuntaya karşı hazırlığını, iç ve dış ittifaklarını bu durumu dikkate alarak geliştirmelidir. Bilinmelidir ki, barış döneminde legalizmin batağından gelişen sağ oportünist politikalar iflas etmişlerdir. Bir daha eski güçlerini toparlamaları olanaksızdır. Parçalanacak ve güçsüz düşecekler. Bu nedenle DDKD, Özgürlük Yolu gibi teslimiyetçi siyasetlerin şeflerinden çok tabanları, taraftarları mücadeleye çekilmelidir.
Şu anda sol maceracı anlayış da tehlikelidir. Partimizi yıpratır, gücümüzü dağıtır. Hazırlık ve toparlanma taktiği doğrudur. Acelecilik ve gözü dönmüş atılganlıktan çekinmek gerekir. Bizce örgütlenme, propaganda ve askeri hazırlık bir-iki yıl sürmelidir."
Önderlik: “Mazlum Doğan: En kötü ölüm ile yaşam arasında bulunması gereken bir köprüdür”
Dışarıda, içerde ve Amed Zindan karanlığında öncü rolünü her koşul ve şart altında oynayan, Parti prestiji ile ideoloji ve siyasetini her şeyin üstünde tutan Mazlum Yoldaş teslimiyetlerin başladığı bir dönemde Amed zindanında Demirci Kawa’dan devir aldığı örsü, bedeninde üç kibrit çöpüyle yaktığı Newroz ateşiyle çağdaşlaştırarak bizlere armağan etti. ‘Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür’ şiarıyla Amed Zindan karanlığında baş gösteren teslimiyetleri eylemiyle direnişe dönüştüren büyük önder Mazlum Doğan yoldaş’ın direnişini Rêber Apo şu şekilde değerlendiriyor, “ Mazlum'un değerlendirilmesinde esas olan nokta şuydu: O zaman 12 Eylül faşizminin yaydığı dehşet ve korku söz konusuydu. Ya teslim olma, ya da direnmenin büyük sınavı ile karşı karşıyaydı. Parti hareketinin, ulusal var olmanın, insani olarak var olmanın en çetin bir imtihanı yaşanıyordu. Burada içine girilecek ufak bir tereddüt, sadece bir kişinin dönekliğine değil, bir partinin, bir halkın ve de insanlığın tümüyle faşizmin karanlığına teslim olmasına yol açabilirdi. Dolayısıyla yapılması gereken, artık kesin ve tek çare olarak yaşamı bu temelde sağlamaktı. Tek bilinç, insani ideoloji, asla teslimiyete hiç yer vermeyen ideoloji partiydi. Artık bundan başka bir yolla kurtarılamayacaktı. İşte tamı tamına bu temelde kendini feda etmeyi bilmenin şahadetidir. Nereden bakılırsa bakılsın yerinde bir şahadettir. Ve biz buna şöyle bir değerlendirme ile karşılık verdik: En kötü ölüm ile yaşam arasında bulunması gereken bir köprüdür bu şahadet. Vahşetin, ölümün korkusundan kurtuluşa atılması gereken en temel köprü. Bu köprüden geçenler korkuyu yenmiştir. Bu köprüden geçenler teslimiyeti yenmiştir. Bu köprüden geçenler yeniden var olmanın, dirilmenin imkanını yakalamıştır. Ve zaten Newroz gibi bir günün seçilmesinin, böyle bir dirilişle alakası vardır. Bu anlamda Newroz için de gerekli olan bu temelde yapılmıştır.
Bu şahadetleri her zaman zorbaların ve zalimlerin terörüne ve bundan kaynaklanan korkuya yenik düşmemek ve daha cesaretli bazı adımlarla üzerlerine yürüyebilmek biçiminde ele aldık ve böyle değerlendirdik; anıya böyle karşılık vermek istedik. Sonuçta bildiğiniz gibi, kesintisiz ve bitmez büyük direnişler gerçekleştirdik. Bizim bu şahadetlere karşılık verme tarzımız, Mazlum ve Kemallerin önceden kararlaştırdıkları gibi, mücadeleyi kesintisiz kılmaktır. Bu kararın başarısı diğer bazı kararlardan geçer. Süreci kesinleştirmek, imha, teslimiyet ve her türlü düşmeye karşı can siperane direnebilmektir. Bu direnme ve şahadetle kurtarılan ve kesinleştirilen, parti hareketinin, bu insani hareketin ve bu halkın yaşamasıdır, işte adına zafer denilecek bir gelişme varsa böyle ifadesini bulur. Ve bunun da gerekleri, böyle önderlere yaraşır bir biçimde yerine getirilmiştir. Biliniyor, Mazlum'dan sonra zindan direnme yolundadır ve zindan dışı da buna layık olmanın, ülkeye yeniden dönüşün kararlılığı yolundadır. Parti adına bu şehitlerin anısına layık olmanın gerekleri, daha 1982 sonlarında ülkeye yaygınca yönelme, ülkeye dönüşün ideolojik-politik ve pratik tedbirlerini almadır. Böylece "anıya layık olma sağlanmıştır" diyoruz.
Mazlum yoldaş, Kürdistan halkının çağa açılması, ulusal bağımsızlık ve özgürlüğü için partimizin yürüttüğü direnişin başında yer alması ve dost-düşman herkes tarafından bilinen bu uğurdaki ödünsüz savaşımıyla tarihi kişiliğini kanıtlamıştır.
Halkın bağrından çıkmış, halkın engin değerlerini sağlam ve aydınlanmış komünist kişilikle birleştiren bu yoldaşımızın kişisel özellikleri, kısa fakat zengin yaşam ve mücadeleyle anılan, Kürdistan ulusal kurtuluş savaşçıları ve tüm devrimcilere yol gösterebilecek güçtedir.
Mazlum yoldaşın çok kısa süren pratik yaşamı, her an, her adımda gözlerimizin önünde şekillenmektedir. Eşine ender rastlanan, Kürdistan'da ise çok ihtiyaç duyulan, bir komünistin en belirgin özelliği olan araştırmacı ve incelemeci yanı, kendisini her an önümüze koymakta ve kendi gerçekliğini dayatmaktadır.
Mazlum yoldaş, yoldaşlarına karşı saygı, sevgi dolu olan, onlara karşı hiçbir zaman yersiz bir davranışta bulunmayan, onlara yapabileceği her türlü yardımı yapmaktan asla çekinmeyen, yalnız önderleri değil, aynı zamanda yardımcıları olduğu hissini veren ve bunu da tüm zorluklara göğüs gererek başarabilen bir kişiydi. İster sömürgeciliği meşrulaştırmak sevdasında olan kendini tanımaz küçük-burjuva eğilimlere, isterse sosyal-şovenizmin akıl almaz tutumlarına karşı olsun, sınıf çizgisinin amansız savunucusu olarak işçi sınıfının ideolojik, politik çizgi bağımsızlığı ve milli kurtuluş harekelinin devrimci çizgisine bağlı kalmada eşsiz davranabilen Mazlum yoldaş, tüm bunları zayıflığın, yozluğun, güçsüzlüğün hüküm sürdüğü bir alanda gerçekleştirebilmiş, son üç yılını zindanlarda bu temelde sembolleştirebilmiş ve en çok layık olduğu bir biçimde, Kürdistan tarihinin onu adeta doğal olarak içine itebileceği bir tarzda direnmesini doruğa ulaştırarak bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin büyük kahramanları ve şehitleri safına kendisini kabul ettirebilmiş, bunu da emeği, bilinci, cesareti ve direnmesiyle başarmıştır. Böyle bir günde ve böyle bir direnmeyle efsaneleşmek herkesten çok O'nun hakkıdır. O açıdan bu olay bize söylenecek fazla bir söz bırakmamıştır. Tarih adeta kendi kendisini ifa eder bir duruma gelmiştir. Direnme tarihi, bağımsızlık ve özgürlük tarihi modern bir içerikle Kawa'yı yeniden canlandırmış, mücadelenin başına dikmiş ve bunu bir anlamda gerçekleştirmiş sayılmak zorundadır. Bağımsızlık ve özgürlük tarihi, modern temellerde yeniden dirilmiş ve 21 Mart Newroz, gerçek anlamıyla yeniden doğmuş sayılmalıdır. O'nun kişiliğinde Kawa, çağımıza özgü bir biçimde mücadelesinin başında yer tutmuş gibidir.
Newrozlar bundan sonra iki adla anılacaktır. Birincisi Demirci Kawa'yla anılan, halkımızın doğuşunu, bağımsızlık ve özgürlük doğrultusundaki ilerlemesini, bunu engellemek isteyenlere karşı soylu direnmesinin efsaneleşmesini ifade eden Newroz; ikincisi. Mazlum yoldaşımızın mücadeleye kendisini katık ettiği Newroz.
Newroz, artık yüzyıllardan beri sürüp gelen baskı ve tahakküme karşı, Mazlum yoldaşın anısıyla cevap verilen yıldönümlerinin kutlanmasına da tanık olacaktır.”
Kaynak: Parastina Gel










